Erikler çiçek açtı "Keskes Amca"

 

Kalenin, kuzey tarafındaki eteğine yayılmış, peribacalarıyla karışık evlerin penceresine güneş doğduktan ancak yarım saat sonra giriyordu. Sonbaharın ayazı da kendini yavaş yavaş hissettirmeye  başlamıştı Sabahları, Melendiz Çayı’ndan yükselen buhar, gökyüzüne yükseliyordu.

Böyle bir günde tanışmıştık seninle. Diğer mahalle sakinleri gibi sen de kabakları öğütmüş, çekirdeklerini damda kurutuyordun. Selam verdim, kolay gelsin dedim. Hızla damdan inerek, avucuma bir miktar kabak çekirdeği bırakarak. ’’ye ye hocam, bunlar Keskes’in çekirdeği, çok lezzetli olur’’ demiştin. Sonraki günlerde selamlaşmamız devam etti.

Hayli şiddetli geçen kıştan sonra, ilkbahar gelmiş; peribacalarının yamaçları ve Melendiz Çayı’nın çevresi yeşillere bezenmişti. Her yerde papatyalar göze çarpıyor, yeşillikler içerisinde gelin gibi süzülüyorlardı. Çevrede, zıplayan kuzuların çıkardığı sesler, bahara ayrı bir tat veriyordu.

Ben okulun bahçesinde ağaç dikiyor sen de önüne kattığın kuzuları otlatıyordun. Kuzular, oradan oraya zıplıyor, sen de onları peşinden yetişmeye çalışıyordun. Epey yorulmuş zaten kırmızı olan yanakların daha da kırmızılaşmıştı.

Kuzuları görünce dayanamadım, fidan dikimini bırakarak yanına geldim. Çocukluğumu hatırlamıştım. Az mı kuzu otlatmıştım çocukluğumda…Daha okulla tanışmadan çobanlıkla tanışmıştım. Zaten babam da bir çobandı. ben de bir çoban oğlu…

Kaçışan kuzuların önünü kestim, kuzular da yorulmuşlardı zaten. İkimizin arasına sıkışan kuzular yavaş yavaş taze çayırlardan tatmaya başlamışlardı.

 

 

Kopardıkları birkaç parça çayırı ağızlarında evirip-çeviriyor, otlamaya alışmaya çalışıyorlardı. İkimiz de tatlı bir sohbete koyulmuş zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Bu sohbet sonrası biraz daha ısınmıştık bir birimize. Daha sonraki günlerde benim okula geliş saatimde yolun üzerinde bekler cebinden çıkardığın taze kavrulmuş çekirdekten avucuma doldururdun. Ayak üstü kısa da olsa sohbet ederdik. Sohbetlerimiz okula kadar devam ederdi. Bana,’ ’köylüye ilk oraleti tattırmanı, ırmağın kenarına kazdığın çukurda soğuttuğun meşrubatları misafirlere ikram etmeni anlatırdın Sonra seninle kasabaya kooperatifler kurar, salça, peynir fabrikaları açardık. Zaman zaman cebinden çıkardığın bir eski fotoğrafı özenle sakladığın cüzdanından çıkarır;

-İşte hoca, benim adamın resmi.

Diyerek resmi öper yine cüzdanına özenle sokardın. Arkasından da;

-Hoca, vallahi sen de bendensin kim ne derse desin.

Derdin.

Seni-beni mi vardı Keskes Amca…Sen, ben, yani yüreği memleket sevgisi, insan sevgisi dolu insanlar BİZ değil miydik…

Evet! ’’Biz’’ bir bütünün parçalarıydık ve bir birimizi çok iyi tamamlıyorduk. Doğrusu da bu değil miydi aslında…

Ama  olmadı Keskes Amca! Sen beni yarı yolda bıraktın…

Tıpkı tanışmamız gibi bir sonbahar sabahı bizleri acılar içerisinde bırakarak sessizce gidiverdin. Sabah okula gelişimde evinin önünde kalabalığı görünce içim cız etti, yüreğime hançer saplandı, Selime Kalesi’nin kayaları üzerime uçtu…

Acıydı, ama gerçekti! Artık, sen yoktun…

Yokluğuna alıştım desem yalan olur. Ama gerçek olan şu ki; seni hala unutamadım. Sabahları; senin yerine, kavrulmuş çekirdekten avucuma ya eşin, ya oğlun ya da torunun koyuyor. Yine, senin zamanındaki gibi okula lazım olan malzemeyi senin evden temin ediyorum. Birlikte diktiğimiz fidanlar ;dam boyunca oldular, yaprakları rüzgarda dalgalanıyor, dallarında kuşlar cıvıldıyor. Hani, seninle birlikte soğuktan etkilenmesin diye kuytu bir köşeye diktiğimiz erik ağacı vardı  ya bu yıl çiçek açtı.

Haydi gel! çay hazır. Üstelik, senin sevdiğin tomurcuktan demledim…

                                                      2003

                                                    Selime

Bu yazı toplam 2692 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.