Üşüdüm anne 2

Ama bu defa sevinçle gidiyordum. Göğsümde, kazağın altında sakladığım alfabeyi babamdan habersiz çözmeye çalışıyordum. Bir süre sonra babam, sürüyü alarak kışı geçireceği çöle döndü. Sevinçliydim içime yine okula gitme umudu doğmuştu. Bu arada alfabeyi çözmüş okumaya başlamıştım.

Babam gider gitmez, anneme çantamı sakladığı yerden çıkarttırdım. Çantayı kaptığım gibi soluğu okulda aldım .Beni tekrar Akralarında gören öğretmenim ve arkadaşlarım sevinmişlerdi.

Öğretmenim;

-Geldiğine sevindim ancak arkadaşlarından çok geri kaldın, dedi.

Ben ayrıldığımda birkaç tane olan fişlerin sayısı epey çoğalmıştı. Çoğu da parçalara bölünmüştü. Öğretmenim sırayla fişleri okutuyordu arkadaşlarıma. Sıra bana gelince, öğretmenim;

-Sen bunları görmedin okuyamazsın, arkadaşlarını iyi dinle, dedi.

Ben;

-Öğretmenim, hepsini okuyayım mı, dedim.

Öğretmenim, şaşkın şaşkın yüzüme baktı:

-Haydi,oku bakalım, dedi.

Sırayla fişlerin hepsini okudum. Öğretmenim yine şaşkınlık içerisinde;

-Sana okumayı kim öğretti? dedi.

Ben her şeyi anlattım. Öğretmenimin gözleri yaşarmıştı. Beni teneffüste 4. Ve 5. Sınıfların olduğu sınıfa götürdü ve onlardan bir kitap isteyerek, açtığı sayfayı önüme sürdü;

-Oku, dedi. Öğretmenimin gösterdiği sayfayı okumuştum. Teneffüste herkes benim yanımda toplanmış hayretle süzüyorlardı. Kısa sürede okulun en sevilen öğrencilerinden olmuştum.

Babamın okula başladığımdan tekrar haberi olmuş, bu kez biraz kızmış fakat okula gitmemi engellememişti.

Köyden şehre gidenler ellerinde ya bir kitap ya da bir kağıda basılmış destanla  çıkıp geliyorlardı. Her gün gece yarılarına kadar bunları bana okutup, can kulağıyla dinliyorlardı. Kemalettin Tuğcu’nun tüm kitaplarını o kış okudum köylüye.

Karakış gelip çatmış, her yer dam boyu kar olmuştu. Büyüklerimizin ahıra, kuyuya, tuvalete ve diğer kullanım yerlerine giden yerlere açtığı yolardan geçerken, kardan boyumuz görünmüyordu. Sabahları okula erken çıkıyorduk. Hepimizin ayağında soğuk kuyu ayakkabı, önlüğün üzerinde babalarımızın eski ceketleri, soğuktan korunmaya çalışıyorduk ama nafile…

Okula varana kadar ayaklarımız donuyor, kulaklarımız ve ellerimiz buz kesiyordu. Soğuktan dudaklarımız ve yanaklarımız morarmış, çatlamıştı. Okula vardığımızda ayaklarımız soğuktan uyuşmaya yüz tutuyordu. İçinde tezek yanan teneke sobanın yanında teneffüse bile çıkmadan oturuyorduk. İçimizde ayağı ve sırtı üşümeyen tek kişi Kenan’dı. Kenan’ın babası, köylünün deyimiyle Alamancı idi. Kenan’ın giysileri de azığı da bizimkilerden farklıydı. Ayağında çizmeleri, üzerine kapüşonlu gocuğu, azığında da dondurulmuş kavurma ya da helva dürümü olurdu. Bizimkiler de bir kuru mayalı, bir parça kuru peynirdi. Göz ucuyla Kenan’ın azığını süzmekten kendimizi alamazdık…

Okuldan çıkışta, gün batımı yine soğuktan büzülmüş halde eve varırdık. Eğer babam evdeyse ’’beni okula göndermez’’ diye üşüdüğümü belli etmemeye çalışır, sobanın yanına bile varmazdım. Üzerine oturduğum ayaklarım saatlerce soğuktan sızlardı. Babam evde yoksa annem sobanın yanına alır, ayaklarıma battaniye sararken söylenirdi;

-Bırak şu okulu, bir gün ya canavarlar yiyecek ya da soğuktan buyacaksın, derdi.

Aç kaldığım çok oldu, soğuktan sabahlara kadar titrediğim de …

Ne yaşama sevincimi, ne de umudumu hiç yitirmedim. Sabahları yine yeni bir umut, taze bir sevinçle uyanıyor ve okuluma koşuyorum. Ama bu kez öğrenci değil, öğretmen olarak. Her sabah; öğrencilerimin sevgi dolu gözlerini, pırıl pırıl çehrelerini görüyorum, ’’Örtmenim’’ sözlerini işitiyorum…

Onlar, benim yaşama sevincimi bir kat daha artırıyor.

Diyorum ki; eğer bu dünyayı çocuklar yönetse, ne kavga, ne kin, ne garez, ne sömürü, ne haksızlık olurdu…

Onların dünyasında kötülüğe dair eser yok; yürekleri de, gözleri kadar pırıl pırıl apak…

Bu yazı toplam 2453 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum