Toroslarda bir vaşak yavrusu

 

Ablamla birlikte oğlaklarımız için ladin ağaçlarından dal kesiyorduk, ben on, on beş metre yüksekliğindeki ağaçlara çıkıyor ve onlara zarar vermeyecek şekilde dallarını kesiyordum.

Ablam ise kestiğim dalları bir ters bir düz yapmak suretiyle yere serdiği ipin üzerine yığıyor, bir yandan da dalları güzel kesmem konusunda bana talimatlar veriyordu ki, bir silah sesi yankılandı Teke Taşı dağında.

Ağabeyim Mustafa Kırk kat mevkiinde davar güdüyordu, silah sesi de o taraftan gelmişti. Aradan bir iki dakika geçmemişti ki, onu ikinci bir silah sesi izledi. Hiç vakit geçmeden ıslıklarla iletişim kurduk, ağabeyim bizleri çağırıyordu, neyse ki sesinden, endişelenecek bir şey olmadığı anlaşılıyordu. Çok geçmeden ulaştık olay mahalline, bir de baktık ki kaplan ailesinden bir üye yerde uzun uzadıya yatıyor, ağabeyimse onunla ilgilenmiyor başka bir şeyler peşinde, oraya buraya koşuyor:

"İşte gördüm onu, hadi çabuk olun!" diyordu. Hemen işaret ettiği noktaya gittiğimizde, kediden daha büyük, ayakları uzun, üzerinde siyah benekleri olan vahşi bir hayvan gördük.

Ağabeyim onun yavru olduğunu ve kaçmakta güçlük çektiğini anlattı ve hemen çemberi daraltıp yakaladık, yırtıcı bir hayvandı, fakat pençeleri tam olarak gelişmemişti henüz.

Ne tatlı hayvandı, ne de sevimli bir şeydi o, ıslık sesi gibi garip bir sesle iletişim kuruyorlardı aralarında...

Ağabeyim Mustafa olayı bize şu şekilde anlattı:

"Bir akşam vakti, her zamanki gibi keçi otlatıyordum, birden karşı kayalıklarda kedigillerden bir kaç yavru gördüm, biraz bekledim ve olan biteni anlamaya çalıştım, ıslık çalıyorlardı adeta. Aradan belli bir süre geçince ne olduğunu merak ettim ve elimdeki av tüfeği ile havaya bir kez ateş ettim, aklıma “Ya bunların annesi, babası varsa ve beni parçalarsa diye bir korku düştü ve hemen av tüfeğine yeni bir fişek daha koydum ve bekledim. Aman Allah’ım! Bu kadar süratli bir hayvan daha görmemiştim; Üzerime doğru saatte yüz yirmi kilometre gibi bir hızla geliyordu. Hayvanı öldürmek de istemiyordum aslında; ama kaçınılmaz oldu ve kendi canımı kurtarmak için onu vurdum." dedi.

Yakaladığımız yavruyla beraber türküler söyleyerek çadırımıza geldiğimizde obanın ileri gelenleri toplandı ve Yörük beyleri bu yavrunun ne olduğunu tartıştı, karar kılındı. O bir Öşşek’ti. Araştırmalarımızı derinleştirdikçe bu hayvanın yöresel adıyla Başak, resmi lügatteki adıyla da Bayağı Vaşak olduğu anlaşıldı.

Öldürülen annenin postunun o günün şartlarında çokta büyük bir rakam sayılmayan elli liraya Seydişehir Alüminyum tesislerine satıldığını duymuştum. Yavrunun ise, elimde büyüdüğünü söyleyebilirim. Belki de milyarda bir insana nasip olmuştur elleriyle vaşak yavrusu büyütmek.

Kedigillerden olduğu için çok zorlanmamıştık onu büyütürken, zira evimizde kedi de vardı köpek de, hem de birkaç çeşit.

Vaşağı yakalar yakalamaz çadıra getirip, ince bir zincirle boğazından bağlamıştık. Ona yırtılmış kara lastik ökçesinden keçi sütü içirdim. Sütten başka bir gıdaya ihtiyaç duymuyordu henüz. Gerçi çok geçmeden ve ellerimle büyüttüğüm yavrum, bir gece yarısı zincirini kırarak kaçmış ve ait olduğu yere, doğaya kavuşmuştu.

O zamanlar arkasından çok yas tutmuştum, ama şimdi istemeyerek de olsa annesini öldürdüğümüz ve nesli tükenmekte olan Bayağı Vaşak yavrusunun kaçtığına çok seviniyorum. Dileğim, Toroslarda ve ülkemizde bayağı vaşakların yaşam alanlarının hiç bitmemesi...

Bu yazı toplam 3544 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum