Yalamık

 Anam alınan yeni elbiseleri özel günler için saklar, ilk heveste hemen eskitmememiz konusunda bizi uyarır; “Elliğe çıkınca giyersiniz, hemen doşanıtmayın.” derdi.

23 Nisan bir türlü gelmiyordu.

Dayanamadım ve 23 Nisan’a bir gün kala yeni elbiseleri giyip okula gittim, herkes çok şaşırmış ve harika bulmuşlardı.

Anam “Sakın kirletme, yarın ortada kalırsın, başka giyeceğin elbisen de yok haberin olsun.” diye sıkı sıkı tembih etmişti.

Ama dinleyen kim!

Okul dönüşü arkadaşım Kemal yol boyunca sıralanan çam ağaçlarından birine çıktı ve cebinden çıkardığı bıçakla başladı ağacın kabuğunu soymaya.

Baharın gelmesiyle birlikte ağaçlara yürüyen suyun kabukla ağaç arasında kalması ile başlayan yalamık soyma sefası yeniden başlamış ve tepsi büyüklüğündeki kabukların arasından bıçakla sıyırarak biriktirilen yalamıkları yemek, vücuttaki salgıların harekete geçmesi için yeterliydi.

Evet, anamın sözlerini unutmuş ve kendimi çam ağacının başında bulmuştum.

Kabuğu soyulan ağacın kuruduğunu bildiğimiz için suyun yukarıya çıkmasını mümkün kılacak şekilde yarısına kadar soyar, çember yapmaktan kaçınırdık.

Kemal’in yalamıklarından daha çok olmalıydı benimkisi. Ama yeni elbiseyle reçine kaplı ağaçta yalamık soymak doğrusu çok güçtü. İmkânsızı başarmak gibi bir gayretim de yoktu, ağacı kucaklamış ve yaklaşık yarım saat, yüzülmüş ağacın yüzeyinde git-gel yapıp durmuştum.

Kemal, kıs kıs gülüyordu.

Eğildim karın bölgeme bir baktım.

Eyvah!

Yepyeni elbiselerim mahvolmuştu.

Reçineyi bıçağın ucuyla sıyırmaya çalıştım. Çalıştım, çalışmasına ama elbisem daha da berbat oldu. Kemal, yerlere yatmış, gülme krizi geçiriyor, kurbanlık koç gibi ayak çırpıyordu.

İyice asabım bozulmuştu.

Kemal’i haşladım, gülmeyi kesti.

Vakit akşam ve bir gün sonra 23 Nisan’dı. Gözlerim iyice doluyor, fakat kendimi suçlu bulduğumdan olsa gerek ağlayamıyordum.

Eve dönmeden plan yapıp, kimse evde yokken elbiseleri değiştirdim. Anam, beni görür görmez elbiselerin nerede olduğunu sordu ve ekledi:

“Yoksa aklıma gelen şey mi oldu?”

“Hepsi Kemal’in suçu…” dediysem de, dayak yemekten kurtulamadım.

İlk kez, yediğim dayaktan haz duymuştum, dayak yedikçe rahatladım. En azından olay babama intikal etmeden çözülmüştü. Eski elbiselerle okula gitmek bile hiç zoruma gitmiyordu; yaptığım hatanın bedelini ödemekten mutluluk duyuyordum.

Olsun, ayakkabılarıma bir şey olmamıştı, hem babam yine alırdı.

Bu yazı toplam 4335 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.