Kazım yüzünden et yiyemiyorum

Kazım yüzünden et yiyemiyorum
İlkokula Konya’da başladım...

 Kayseri Zincidere köyünde devam ettim, sonra İstanbul Kağıthane ve sonunda da Zonguldak Karaelmas...
Konya’da, İstasyon mahallesindeki lojmanlarda kalıyorduk. Dedem de babam da demiryolcuydu. Babam asteğmen olarak “eğitim”deydi.
Kurban bayramıydı şimdiki gibi.
Sırt sırta oturduğumuz ikiz evlerdeki komşumuz bir dana almıştı. Ben de onunla arkadaş olmuştum. Her çocuk gibi.
Onunla konuşuyor, dertleşiyor, saklambaç bile oynuyordum.
Çok oburdu... Ne kadar yeşillik bulup önüne koysam, hepsini silip süpüroydu.
Hiç kimseye anlatmadığım sırlarımı anlatıyordum.
Kuran kursuna gönderiyordu büyükbabam beni ve oradaki “hocayı” hiç sevmiyordum Uzun sopasıyla arada bir beni, arkadaşlarımı dürtmesinden rahatsız oluyordum. Büyükbabama anlatamadığımdan, ona anlatıyordum.
Dananın adını Kazım koymuştum... Ulukışla’da dedem, Pozantı’da babam kısım şefliği yaparken, rahmetli Nezih Demirkent’in ağabeyi de kasaba doktoruydu Ulukışla’da...
Onların hemen altındaki lojmanda da bir Kazım abi vardı... Çok severdim onu.
Danaya da onun ismini takmıştım.
Bayramlar herkesin toplandığı, buluştuğu günler olduğundan, neredeyse tüm aile, üç dayım ve iki teyzem büyükbabamın evinde toplanmıştık.
Yine böyle havaların sıcak olduğu bir günlere rastlamıştı bayram. Büyük dayım İbrahim ile arkadaşı ava çıkmışlardı.
Döndüklerinde çantalarında dört yaban güvercini vardı, vurulmuş...
Kan içinde...
Akşam onları bir güzel haşladı anneannem... Yiyemedim.
Bütün bunları da Kazım’a anlattım ertesi gün...
Bayramın birinci günüydü, hiç unutmuyorum... Sabah kalkar kalkmaz, daha yüzümü bile yıkamadan arka bahçeye, Kazım’ın olduğu yere koştum.
Gördüğüm manzara aklımdan hiç gitmedi, hiç...
Kazım yan yatıyordu. Gözleri bağlıydı ve ilk bıçak darbesini boğazına yiyordu.
Geri döndüm. Ağlayamadım da önce... Ne olduğunu anlayamamıştım. Eve kapandım. Annem de kızıyordu, kendimi odaya kapattığım için... Orada ağladım.
Kazım’ın öldüğünü biliyordum.
Sonra korka korka tekrar arka bahçeye baktığımda, Kazım’dan eser yoktu... Bir et çuvalı ağaca asılmıştı ve Kazım’a ilk bıçağı vuran adam olsa gerek, parça parça ediyordu çuvalı.

Akşamüzeri bir tepsi içinde et geldi...
Kazım’ın olduğunu biliyordum o parçaların.
Anneannem, teyzelerim ve annem eti kavurdular. Buzdolabımız yoktu.
Ve o koku burnuma yapıştı.
Hâlâ o yüzden et yiyemem. Vejeteryan falan da değilim. Ama et kokusu burnuma yapıştığı için herhalde, ne zaman bir et lokantasına girsem, kendimi alıştırmaya çalışsam, nafile...

En azından çocukların bu “vahşetten” uzak tutulması gerek...
Et yememekten öte, bende daha büyük bir “araz” da bıraktı... Bıçakla ilgili hiçbir şeyi izleyemiyor, bakamıyorum. Elinde bıçakla biri üzerime yürüse, donup kalıyorum.

Mümtaz İdil
Odatv.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum