Balık Sepeti

 

Gündüzleri, komşu çocuklarıyla ince kayış takarak yarış yapıyor, akşamları da kalın kayışları takarak Naras Çayı’na sepet atmaya gidiyorduk.

Bir ilkbahar akşamıydı. Yağmur hafiften çiseliyordu.

Yine her zamanki gibi bir gün önce atmış olduğumuz sepeti çekip, içine ekmek koyarak yeniden suya bırakıyorduk, gömgök, durgun ve derin olan yerlere.

O gün diğer günlerden çok farklıydı. Balıklar topluca sepete girme yarışı yapmışlardı adeta. Balıkların bu birbirlerine üstünlük sağlama yarışından biz kazançlı çıkmıştık.

“Dik çek, kaçırma sakın!”

“O kadar kolaysa kendin çek, sonra bana suç bulma!”

“Sessiz ol!”

“Çıt bile çıkarmıyorum zaten!”

“Hadi tamam ikimiz de sessiz olalım, balıklar kaçmasın!”

“Ayaklarını sağlam bas ki, suya düşmeyesin ha!”

“Tamam, tamam… Hoooppp oluyor işte, oğlum müthiş balık var sepette, tıka basa dolu!”

“Sussss! Sepeti tam olarak çekmeden hiç ses çıkarma!”

“Yapma ya! Üç, dört tanesi kaçtı bile!”

“Olsun onlar zaten küçücüktü!”

“Kaçan balık küçük olur zaten!”

Tam olarak seksen dört tane balık sığmıştı bir balıkçı sepetine. Bu inanılması çok güç bir olaydı.

Sevincimizden şaşakalmıştık.

Birbirimizle göz göre geldik ve kahkahayı patlattık.

Kollarımızı baykuş kanatları gibi açıp, birbirimize sıkıca sarıldık.

“İşte bu!”

“Bunlar poşete de sığmaz, çuvalla götürelim, ha hay!”

“Komşu çocukları balıkları görünce dudakları uçuklayacak!”

“Aman kaçırtma ha, o kadar emek boşa gider!”

“Bu arada saat kaç sence?”

“Harbiden çok geç kaldık valla, babam bu kez falakaya yatırırsa şaşırmam, bu üç oldu!”

“Yok lan manyak, o kadar balığı görünce ortalık düğün havasına dönecektir!”

İkimiz beraber aynı şarkıyı söyleyerek mobiletin üstünde yol alıyorduk: “Manda yuva yapmış söğüt dalına, dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü, gördün mü?”

Neşeli bir şekilde akşam karanlığında elimizde üç poşet balıkla evimize dönerken babamla yolda karşılaştık. Önde babam, arkasında ağıtlar yakarak elinde el feneri ile yolu ışıtan anam. Babam, daha bizi dinlemeden iki tane iyi sille attı, sonra da kucağına alıp:

“Oğlum, siz manyak mısınız lan, saat kaç?” dedi.

“Baba, ya!”

“Valla çok balık olunca saat nasıl geçti anlayamadık. Onları çekmek, toplamak derken...”

“İyi, ama insan bir haber eder, ne bileyim…”

“Tamam, herif sen de çocuklara çok yüklenme yeter.”

“Evlat acısı çekmek zorunda değiliz herhalde.”

Çadıra varıncaya kadar gergin olan hava, çadıra vardığımızda diğer kardeşlerinde katkısıyla şenlik havasına dönmüştü; çadırda toplanıp bizden gelecek haberi bekleyen komşularsa yakılan pıynar kökü ateşiyle ısınırlarken, ağzımızdan çıkanları ağzı açık dinliyorlardı.

Bu yazı toplam 2811 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.