12 Eylül Darbesi tarihe ‘kara leke’ olarak geçecek
Konya Aydınlar Ocağı’nın Salı Sohbeti’nde Hapishane Hatıraları’nı anlatan 12 Eylül mağduru Konyalı Ülkücüler, “12 Eylül darbesi ve sonrasında genç nesle yapılan zulümler bu milletin tarihinde bir ‘kara leke’ olarak kalacak” görüşünde birleşti.
Sille Kültür Evi’nde, Konya Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Dr. Mustafa Güçlü’nün kısa takdim konuşmasının ardından söz alan 12 Eylül mağduru ülkücü Cengiz Ceylan, Türkiye’de olağanüstü dönemlerde suçlu iddiasıyla toplumun ileri gelenlerinin toplandığını, ondan sonra kendilerine suç isnat edildiğini ifade etti. Teslim olduktan sonra Konya ve İzmir’de 60 gün ağır işkencelere tabi tutulduğunu söyleyen Cengiz Ceylan, hatıralarını anlatırken “Türkiye, 12 Eylül öncesi bir cinnet dönemi yaşadı ve yaşattırıldı. Ben teslim olmadan evvel askerler arama bahanesiyle eve baskın yapıyorlardı. Evdekiler bu baskınlardan son derece bizar olmuşlardı.
Ali Sevinç diye bir arkadaşımız Şeker’de şehit edilmişti. Hastaneden cenazesini alıp Tekke Mezarlığı’na götürünceye kadar tabuttan kanlar damlıyordu. Böyle bir durumda halet-i ruhuyeniz nasıl olur, neler düşünürsünüz?. Bizler, idealist ülkücü gençler olarak Komünizm gelecek, bayrak inecek, ezan susacak diye samimi duygularla mücadele ettik. Bu yüzden o yıllarda, o günkü olayların arka planını görme imkânımız yoktu” dedi.
12 Eylül darbesinden sonra olayların aydınlatılması için işkencehaneler kurulduğunu, sağdan ve soldan gençlerin buralara doldurulduğunu kaydeden Ceylan, “Bizim ülkemizde hukukun askıya alındığı dönemlerde suçluyu tesbit etmek için genel kaide; “’sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine’ şeklinde zuhur ettirildi” diyerek işkencelerin sistemli şekilde yapıldığına dikkat çekti. İzmir’de kendisine 180 gün manevi işkence yapıldığını, Arşiv denilen yerde kelepçeli kaldığı günlerde kadın-erkek ayırımı yapılmadan işkence çığlıklarıyla günlerini geçirdiğini ve polislerin genel adının “Haydar” olduğunu dile getiren Ceylan, şunları söyledi: “Dev-Solcu bir genci döve döve öldürdüler. Şiddetli bir işkence ve şiddetli bir zulüm vardı. Bir bardak çaya hasret hale geldik. İnsan olarak oradan kurtulup cezaevinde kalmaya bile razı hale geliyorsunuz. Biz aynı hücrede kaldığımız solculara, işkence sonrasında pansuman yapıyorduk. Onlar da aynısını bize yapıyordu. O dönemde Gültepe olaylarından dolayı tutuklanan Gültepe Belediye Başkanı Aydın Erten’le o hücrede münazaralar yapıyorduk. İzmir Emniyeti’nde bize işkence yapanlar solcu polislerdi. Solculara da sağcı polisler işkence yapıyorlardı. İşkencede kadın-erkek farketmiyordu. Buca Cezaevi’ne getirildiğimizde 2 koğuşta 180 kişi vardı. Üç ülkücü olarak bizi 100 solcunun bulunduğu bir koğuşa verdiler. Namaz kılmaya başladığımızda mastika başlar, seccadelerimizin ucundan çekerek “Allah’la yeni mi tanışıyor, görüşüyorsunuz yoksa. Neler konuşuyorsunuz” diyerek bizlerle alay ederlerdi.
12 Eylül döneminde şartlanmış savcılar, şartlanmış hâkimler vardı. Mahkemeler ise emir komuta zinciri içerisinde hareket ediyorlardı. Buralardan çıkan kararların adîl olup, olmadığını varın siz tahmin edin.”
“BİZE ZORLA İSTİKLAL MARŞI OKUTTURDULAR”
Konya Ülkücüler Davası’nın tutuklu sanıkları arasında bulunan ve “Savcının önüne 26 aydan sonra çıkarıldım” diyen Muzaffer Onüçyıldız da, “Cezaevi’nden çıktıktan sonra toplum bize “anarşist” gözüyle baktı ve bizi kabullenemedi. Şimdi bile öyle. Biraz biraz gündeme gelip medyada yer aldıkça, nasıl işkence gördüğümüzü anlattıkça toplum bizi anlamaya başlıyor” dedi.
Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ın öldürüldüğü gün (27 Mayıs) Konya’da, bütün okulların boykot edilerek öğrencilerin çıkarıldığını ve İstasyon’dan Anıt’a gelinceye kadar yolların disiplinli bir şekilde sıraya dizilmiş öğrencilerle dolu olduğunu anlatan Muzaffer Onüçyıldız, “Emniyet Müdüründen Garnizon Komutanı’na varıncaya kadar devleti temsil edenler, bir olay çıkacak diye hop oturup hop kalkıyorlardı. Aman Muzaffer şöyle yapılsın, böyle yapılsın.. şeklinde benim iki dudağımın arasından çıkacak sözlere bakıyorlardı. Biz ise, Anıt’ta miting yaptıktan sonra dağılacağımızı söylüyorduk. Nitekim de öyle oldu. O gün hiç bir kimsenin burnu bile kanamadı” şeklinde bir tesbitte bulunduktan sonra şunları dile getirdi: “12 Eylül’de düdük çaldı. Daha önceleri ortalarda görünmeyen devlet, 13 Eylül’de ortaya çıktı. Biz 1980’li yıllarda cezaevinde şunu anladık; bu işin içinde bir iş varmış. Daha sonra sustuk, konuşmadık ve âdeta kızılcık şerbeti içtik. Türkiye’de olayların arkasında başka güçlerin olduğu sonradan ortaya çıktı. 12 Eylül’de biz ülkücüler; ne dinsize ne de kâfire bile yapılamayacak şeylerle karşılaştık. Cezaevinde sabahtan akşama kadar bize İstiklâl Marşı okutturdular. Ben şimdi bile İstiklâl Marşı’nı coşa coşa hâlâ okuyamıyorum. Bunlar NATO MERMER - NATO KAFA yahu. Ben savcının önüne 26 aydan sonra çıkarıldım. Solcular bir veya bilemediniz iki hafta sonra çıkıyordu. Tanıdığınız bir subay, sosyal çevreniz veya torpiliniz varsa kısa zamanda çıkıyorsunuz. Babam bana 1980-84’lü yıllarda ‘Oğlum senin bu ülkücülüğün bana 1 milyon dolara patladı’ demişti”
Altı karışa dört karış olan bir hücrede 57 gün kaldığını, sadece haftada bir gün, o da 1 dakika hücreden dışarıya çıkarıldığını kaydeden Onüçyıldız, duygu ve öfke dolu gözlerle konuşmasına şöyle devam etti? “Ben Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmiş bir Konya çocuğu olarak Allah’ı, iki büklüm olarak ancak durabildiğim o karanlık hücrede tanıdım ve buldum. Ondan sonra manevi olarak güçlendim. Biti ve fareyi orada tanıdım. Eve gittiğimde annem koltuk altlarımda haşlanmış bitleri çıkardıklarını söylemişti. Sonradan öğrendim ki kaldığım 57 gün boyunca bizim yemeğimize fare atmışlar, işemişler. Sorarım size; hangi bir ülkenin askeri bunları yapar? Bizlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadılar. Çarmıha germeden tutun tazyikli suya kadar her türlü işkenceden geçtik.”
“12 EYLÜL DARBESİ KARA LEKE OLARAK KALACAK”
Mağdur ülkücülerden hukukçu Cemal Erkoç ise, Dutlukırı Askerî Cezaevi’nde kaldığı dönemleri anlattıktan sonra konuşmasında daha çok sistemi sorguladı.
12 Eylül öncesinde meydana gelen anarşi, terör, kaos ortamı ve siyasal istikrarsızlaştırmanın Türkiye’yi 12 Eylül’e doğru ittiğine işaret eden Cemal Erkoç, küresel anlamda soğuk savaş döneminde NATO güçleri ile Sovyet Rusya arasındaki güç dengesini de hatırlatarak Çanakkale ile 12 Eylül’de gerçekleşen bir vakıayı şu sözlerle ortaya koydu: “Çanakkale’de bu ülkenin yetişmiş idealist, vatansever, milliyetperver genç bir nesli nasıl kaybedildiyse; 12 Eylül’de de mert, cesur, cevval, diğergam, dâvâsında samimi, idealist ve imanlı bir nesil heba edildi. Sistem kendisini, mekanizmasını çalıştırmak suretiyle korudu. 1960’larda kurulan Askerî Vesayet Sistemi, 12 Eylül’de bürokrasi, yargı ve akademisyenleri de içine alacak şekilde yeniden inşa edildi. 12 Eylül Darbesi ve sonrasında Müslüman Türk gençliğine yapılanlar, bu milletin tarihinde “kara leke” olarak kalacak.”
Erkoç, Anayasa Değişikliği Paketi’nde yer alan bazı maddelerin, 12 Eylül mağduru ülkücüler açısından sembolik bir değeri olduğunu belirterek mağdur ülkücüler olarak bu referandumda “evet” diyeceklerini sözlerine ekledi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.