
İlhami İnceöz
VOLKANİK HASAN DAYI’NIN SOĞUK TEMBELLİĞİNİ SAVUNMA!
VOLKANİK HASAN DAYI’NIN SOĞUK TEMBELLİĞİNİ SAVUNMA!
AKSARAYLI TABULARI YIKMALI 8
MADDENİN SERBEST TEMBELLİĞİ (MST) ÜZERİNE BİR DERT
İnsanın, pratik huyları vardır. Bunlardan biri de bir şeyin boşta durmasını istemez. Ne olduğunun önemi yoktur. Elbise, araç gereç, mekan, ev, bina, çeşme, arsa, ne varsa işte. İşe yaramaz görünen ya da bir işle meşgul olmayan boş duran o nesne, bir şekilde hayra, topluma ya da bir güzel işe kazandırılmak istenir. Çünkü bu batar insan ruhuna. Ya da hakiki mü’minin zoruna gider, onun o tembelliği. Bu tüm milletlerde görülen bir haslettir. Aslına bakılırsa çok da güzel bir şeydir. Ama bazı durumlarda bu huyumuz kimi yanlışı ya da yıkımı getirebilir bizim için. Hatta getiriyordur da biz gördüğümüz halde, görmezlikten, bildiğimiz halde bilmezlikten geliyoruzdur belki de.
İnsanın pratik huyları vardır… Ve bu huylara uyan, bir Doğa’sı (tabiat)… Anadolu’da yaşayan 5 bin yıllık insanımızda da aynıdır… İnsanımızın diyorum çünkü topraklarında artık tek hükümran biziz ve öyle de kalacaktır. Henüz kanıtlanmadı ama belki de kendi topraklarımızdayızdır, kim bilir? (Çok uzun mevzu burası da, başka yazıda belki) Çoğumuz yakın dönem geldik, çoğumuz biraz uzak, çoğumuz da biraz daha uzak, ama bazılarımız aslında, hep yerliydi bu topraklarda. Karamanlı Grek denmişleri anımsa! Kim bilir? Asur, Akad, Hitit, ilk sahip Sümer derken, belki de onların soyları Anadolu’da yer değiştirerek, Anadolu’da bunun gibi gelenekleri ve pratik zeka huylarını da devam ettirmişlerdir. Bilemeyiz, şimdilik ama! Yazarsak anlarız, anlatırız onu da!
Ama bunun benzeri bir ipucu vereyim size, ‘’Exodus-Çıkış’’ filmini dikkatle izleyin. Christian Bell salatalığının, oynadığı son filmlerden olsaydı keşke, bu film. Ama olmadı. Bundan sonra gidip bir Ermeni soykırım filminde rol aldığı için, izleyicilerinden biri olarak, hıyarlık madalyası verdim kendisine… Ben sevdiklerimi ödüllendiririm. ‘’Amarihan ordusu tabiriynen’’, Çift çizikli, dört kademeli, emekliliği gelmiş bir hıyar bu, neyse tanıdınız! Boynuna taksın, gezsin hıyarı… İşte bu filmde bu hıyar, güzel bir rolde oynar. Filmin bir yerinde düğün sahnesi vardır. O düğünü bir alıcı gözle izleyin diyorum size… Uzun hava söyleyen bir Türk’ün sesiyle… Mezopotamya’da bir düğünün Anadolu topraklarındaki bir yörük düğününden ne farkı varmış? Bir gün bunu da konuşuruz. Mevzumuz farklı, mevzumuz uzun…
Doğu felsefesi ve bilge İslam alimlerinin İslam kaynaklığında, hayatımıza kattığı en özge düsturlardan biri de, bir halk edilmişi, toplumun ya da ferdin hayrına kullanabilmektir. Misal, kurdu öldürmek yerine evcilleştirmek, karıncayı öldürmek yerine, ona hileyle yuvasını taşıtmak ya da kediyi dışlamak yerine, fare avında asgari ücretle çalıştırmak gibi… Ne de olsa can Allah’tan, bizde hiçbir canlı öldürülmez! Bir de cansız örnek verelim, boş duran eski kazanın, çiçekliğe dönüştürülmesi gibi… Buna elverişli değilse, hayır için kullanılabilecek o hale getirebilmektir, peygamber ve alimlerden öğrendiğimiz bu hak düsturumuzla. Misalen sazlığın kurutulup yerleşmeye hazır hale getirilmesi, yıkılan bakımsız ya da kullanılmayan kiliselerin tertemiz edilip, bakımıyla camiye çevrilmesi gibi, halkı yanındaysa kilisenin onarılıp yeniden kiliseye ya da o civardaki sahiplerine kazandırılması vs…ler gibi örnekleri de vardır…
Bu arada şaşırmayın bak! Tarlanın imara açılıp bina yapılmasına izin vermek, meyveliğin kesilip ya da kaldırılıp yerine gökdelen kondurmak filan buna örnek değildir. Tarladan hayır elde etmek, binaya oturacak 50-100 kişiden fazlasını doyuracağı için, ekenek olarak kalması, İslam’da daha efdaldir. Bunu da, Gazali dememiş. Osmanlı alimlerinden biri, ona da akıl sorarak, onun görüşlerine de dayanarak söylemiş… Adını da verip, şimdi kendisini burada, bilmekte zalim ve hoyrat Aksaraylılara reklam etmek istemiyorum! Araştıran bulur! Çünkü meselemiz fetvalar değil…
Mevzumuz bu hayırlı pratik aklımızla ilgili. Çok okudum ama pek öyle birazdan bahsedeceğim gibi bir deyişe rastlamadım. Rastladıysam da hatırlamıyorum. Okumuşsam da onları hayır-lamadan ya da hatırlamadan; nesnelere, yaratılmışlara, yani cansız dediklerimize sunulması gereken, bir haktan bahsetmek istiyorum. Hani müzeye koyduğumuz bazı cansızlar, öyle dura dururlar ya! Onlar gibi olamayanlardan bahsedelim... Onlar kıymetli görüldüğü için bu sohbetin konusu değiller ama yine de söz köprüsünden salınarak geçmek zorundalar. Müzelerde dikilen bir testi, bir kolyeyi düşünün. Bana ne zararı var? Bana vereceği bilgiyi de verdikten sonra, bana ne yararı var, göz zevkinden öte? Derin düşünmeyin, derinini sormadım. Hiç işte! Yani zararı da yok şahsen bana, yararı da! Çıkarım yok yani onu demek istiyorum. Malım değil ya, bana ne faydası olacak…
Bunları şunun için sordum, Misal ben şimdi burada gidip görün, gezmiyorsunuz desem, bilmiyorsunuz desem, bana ne kazandırıyor, hiç? Devlete, kazandırsın tabi! Yani, bu örneklerle ilerideki satırlara gidiyorum. Bunu iyice anlayın diye söylüyorum… Bana ne yarar, sana ne yarar? Tarafsızlığımız, bu kadar yani! Aklıma gelenleri söylüyorum, dinler, zaman verirseniz ne ala, sağ olun! Zaman ‘’ayırmak’’ demeyi sevmiyorum! Siz sevebilirsiniz! Öyleyse devam!
Yaratılmışları diyorduk. Bizden özge yaratılmış yok, malum. Bir de cansızlar var ya hani. Elimizin, emrimizin, tasarrufumuzun altına verilmiş. Alın, doya doya kullanın diye, üç günlük bayat dünyanın, bayatlayamayan günlerince bize bahşedilenler var. Mevzumuz onlar.
İşte bir maddeyi ya da nesneyi, türüne, cinsine, işlevine bakılmaksızın, evdir, dükkandır, şişedir, tabaktır, taştır, topraktır, dağdır, ovadır da dahil, ne varsa işte, bir maddeyi yahut nesneyi… Ne olduğunu kısaca, umursamadan işte ‘’bir nesneyi bir işe kazandırmama işine’’ bundan böyle metinde ‘’maddenin (ya da Hasan Dayı’nın) sivil tembelliği’’ diyeceğim. Ama bu adın aynısını da, bütün de hiç kullanmayacağım. Gözünü de aç yani! Kısaltırsam da MST. Yakışıklı oldu, bu tamam! Başlarken de buna, bir taş konağı örnek olarak vereceğim. Özel bir imâsı ya da anlamı yok bunun. İyi anlatabileyim diye sizlere…
Bir konak, her işe yarayabilir. Bakımı, restoresi, elektriği, suyu ve ne gerekiyorsa işte kendisine, onlar halledildikten sonra… Kısaca, bir Konak olarak hali hazıra erdirildikten sonra, ‘’Maddenin-Nesnenin Soylu Tembellik’’ hakkına saygı duyulup, sadece ‘’Boş’’ bir konak olarak bırakılmasını savunuyorum. Yoo, delirmedim! Ne alakası var ya? Yoo, Henry’i de, dün bulup okumadım. Ondan da alıp savunmuyorum, yok! İlkçağdan gelir tembellik hakkı! Ortaçağ dediğin, biraz ortadadır ve İlkçağın üstündedir. Yakınçağda ben yoktum, duymadım yok! Onu şimdi duyduğum içinde savunmuyorum. Zaten, Waldo’ya da hiç değinmeyeceğim! Küsüm! Haa, hem yeri değilken söyleyim gençlere, Bukowski didiğin adam mı, Faulkner’in yanında? Ya neyse bir durun hele, bir anlatayım!
İlla bir sergi, müze, davet salonu ya da restoran, lokanta, kafe gibi çağcıl bir işte kullanılmasın istediğim için uydurduğum, evet uydurduğum, bu dediğim ‘’Boş Konak Tembelliğini’’ kendi bulduğum tez adıyla da ‘’Maddenin Sorgulanan Tembelliği’’ ilkesini savunuyorum… Evet, bırakın kalsın yahu! O da sadece bir ev, bir hane olarak boş şekilde ya da eşyalarıyla, belirli aralıklarla bakımı yapılarak, öylece kalsın! Ne var yani?
Artık yeter, tüm illerimizde, tüm halkımızda akıl ve durum böyle! Bu tür nice binayı illa birilerine vere, kiralaya, saça dağıta nereye gideceğiz, paradan başka neye ereceğiz… Birkaç binamız da öyle süs gibi kalsın, bomboş kalsın ne olacak! Misal, Pir Ali Sultan türbesi sadece türbe değil mi? Bunun gibi… Ne güzel işte, sadece Türbe olarak kalsın istiyorum, kötü mü? Zinciriye Medresesi, eski medrese değil mi, kütüphaneden, okuldan öte kullanılmasın istiyorum, kötü mü? Bence değil, sizi bilmem! Yanlışsam da, ‘’Bana ne, der geçerim! Parasıyla değil ya konuşmak!’’
Yalnız binalar mı? Arsalar da, düzlükler de, dağlar tepeler de aynı şekilde, bırakın boş kalsın… Masrafsızlar. Ekilebilenleri ekilsin, gerisi kalsın. Çayır bağlasınlar, kurtlar kuşlar yaşasın n’olacak, zararımız ne ola? İlintileyim diye bir örnek vereyim, Volkanik Hasandağı yüzbinlerdir Aksaray’ı seyrediyor. Bir işe de yaradığını görmedim? Ne çay uzattı, ne yemek pişirdi. Anca hayvan besliyor eteğinde. Üstelik hep çıplak geziyor. Kışları da olmasa, Hasan Dayı hiç kürkünü giyinmeyecek? Bu haliyle bana manzara olmaktan öte ne faydası oldu? Bana yok, valla. Ben sadece platonik seviyorum Hasan Dayı’yı! Aksaraylıyım, öl dese ölürüm Hasan Dayı için! Ama böyle de kalsın istiyorum. Koynuna oteller, hanlar, hamamlar dolmasın, çiftlikler kurulmasın istiyorum. Kayak merkezimiz olsun bir tane canım. N’olcak, o kadar da değil! Her şeyden birer yeter işte! Ama Hasan Dayı’nın da kutsal ‘’Maddenin Soğuk Tembellik’’ hakkı korunsun istiyorum. Otursun orda, başımızda dursun da, başka ihsan istemez! Başka bir işe yarar-landırılmasın, yarar hale getirilmesin diyorum şimdiden, işte o özeti!
Yalnız dikkatinizi çekerim bana orda öylece dikilip durmasından dolayı bir zararı da yok Dayı’nın! Bana yok ama etrafındaki köylülere vardır ya da olabilir. Onu da ben değil onlar bilir. Ben sadece Hasan Dayı’nın yasal haklarının oluşturulmasına çalışan, bir avukat işçiyim. Askeri ücretliden daha sivil, asgari ücretliden daha açım… Yolsuzum ama başkalarının haklarını savunmaya devam edebilecek kadar da, onurluyum. Kimseden çöp almadım desem, hemen buna hoplayacak, beş altı tane adam da bulabilirim. Ama Allah çarpsın, üzerimde borçtan öte tapu yok! Ama mevzumuz bu değil! Hasan Dayı’mın ve onun gibi tüm cansız zannettiklerimizin yasal haklarına saygı oluşturabilmek! MST haklarını savunmayı düşlüyorum! Neydi MST? ‘’Malaklı’ca Serilmiş Tembellik’’ hakkı! Ellemeyelim işte böyle cansızlara! Tembel gibi görünse de, çok işe fazlasıyla yarıyorlar zaten… Ek iş, ek ödev yüklemenin manası yok bir nesneye, onu diyorum! Kasiyer sigaraya çıkınca, ekmek dizen fırıncıyı, kasaya koyan marketler misali olmamalıyız… Haklı değil miyim?
Ne var işte, tekrar soruyorum. Öyle yapılıyor demiyorum bak! Aksaraylılar! Yapıyorsanız diyorum, o da var ama! Siyaseti sevmiyorum, dişlerim kesmiyor, kartlaşmış fikir yiyemiyorum da! Hani olana, olmuşa laf sokmak, muhalefet yapmak değil ileriye dönük akıl çalıştırması benim ki… Benim akıl iyi çalışıyor diye değil tabi, sizinkileri bilmem filan da değil! Sahiplerini tanımam. Tanımadıklarımı da yorumlamam. Konuyu karıştırıyorsunuz, karıştırtmam! Devam!
Tarihi binalar da boş bırakılsın, kimlere, kimselere, kiralanmasın, tembel kalsın biraz da diyorum. Tarihi alanlar (-kısaca SİT- diyoruz bunlara, bilmeyenler varsa açılımı ‘’Serbestçe .şenmez Topraklar’’demek. Siz tarih ve tarihsel alanlar seversiniz çünkü! Yapmayın bunu sit alanlarında, sakın!) nasıl korunuyorsa, 50, 100 yıllık bir ev, bir bahçe, bir duvar ya da araç gereç, kitap, oyuncak, araba ya da dere, kanal, kavaklık da korunsun istiyorum. İlla ‘’bir işe yarasın!’’ denilmesin. İlla tutup alakasız, garip bir işe verilmesin istiyorum. Veriliyorsa da özüne, ruhuna uygun olsun bu, onu istiyorum. ‘’Kendim için istiyorsam namerdim, ama annemin geline ihtiyacı var!’’ durumu gibi de zannetmeyin, bu dediklerimi. Aklıma gelen bir fikir boşa gitmesin diye üç dört sayfa not alayım dedim sadece!
Gereği var ya da yok! Bir şeylerimiz, bazı huylarımız da bazı illerden, diğer milletlerden farklı ve aykırı yapılabilsin diye naçizane bir akıl tavsiyesi, işte… Bu anlattıklarım! Bir okulun yakınındaki, kuş kadar da olsa boş bir arsa, kaldırım döşenip otoparka çevrilmesin diye söylüyorum! (Bunu yaptınız gördüm! Ama sahiplidir belki, onu ben bilmem, yapan bilir!) Araçlar düşünüldüğü kadar çocuklar, çayırlar, börtü böcekler de ara sıra hatırlansın istiyorum. Çocukların oynayacağı parklar var diye, boş arsalar evle, dükkanla, arabayla doldurulmasın, biraz da bırakın hayatlarımızda, gözlerimizde boşluklar, boş alanlar olarak, tembel tembel kalsın diye söylüyorum… Biliyorum size göre çok saçma konuşuyorum, taşın, betonun, toprağın, kayanın olmayan hakkını da savunmak, icat etmek zaten bana mı düştü! Haa? Yoo, siz akıl edeydiniz de, biz sizin gibi aynısını diyeydik! Kimse dememiş, söyleyeyim de benden gitsin diye dedim belki de! Doğruysa ne ala! Yanlışsa, size ne zararım var? Ben Hasan Dayı’yla, kendime diyorum zaten!
Bir örnek daha vereyim. Gittikçe baraja doğru da genişleyen bir şehirdeyiz. Suya ya da dağa gelince, zaten her yön ve yöredeki boş düzlüklere doğru, yol alacağız doğal olarak. Kalanlar Mahallesinde eskiden kalabalık olarak ne vardı, hiçbir şey? Bir okul vardı ötesinde bir kum-taş ocağı… Regülatör haricinde, bir de benzinlik vardı. Şimdilerde ne var? Saymaya ne hacet! Ne yok ki? Düğün salonuna dek var. At çiftliği var! Gelişiyoruz, büyüyoruz, mecburuz buna. Yanılmıyorsam henüz Toki girmedi. Herhalde, regülatöre doğru olan yerlere girmez daha... O da nüfusu düşünürseniz belki de yakındır!
Ben diyorum ki! Bir nehrin etrafına tesis kurulunca malumdur, nehir de aynı kalmıyor, oradaki cılız doğal tabiat da… Şimdi bu tür şeyleri umursamıyoruz ama ileridekiler, eminim umursamak zorunda kalacaklar. Biraz da kendi haline bıraksak mı doğayı, bir şehirli olarak! Her yerinin beton, bina ve tesisle doldurulduğu şehirlerin son durağı, yeşil dev Efor gibi tombul gökdelenler şehri olmaktır. Bakalım, bu dediğim Aksaray da, ne vakit bu hale gelecek…
Neyse, diyorum ki, örneğin ama bak, sadece örnek veriyorum, biri illa yapsın, yapmıyorlar demiyorum, şaşırma, öörneeğin; belediyenin yaptığı piknik alanları çok güzel ama ondan ötesi topraklar bari boş kalsın, ellenmesin, doğal bakımı yapılarak ağaçlandırılsın, kendi haline bırakılsın. Bir işe de yaramasın ya, o arsalar. Öyle boş boş, tembel tembel kalsınlar! Orman yapılsın ya da, Sahipleri varsa satmasınlar, ilgilenmesinler de, ağaç diksinler, kendi haline bıraksınlar. Kayadır taştır, topraksa suysa ne olacak, bırakın n’olacak…
Hem o kadar insanlara olan fayda veya hayrımızı düşünüyorsak, bağ bahçe ve tarlalardan oluşan su kıyılarına, söyleyin ne diye, betonlar döküp, niye tesisler kurup da, sonra her yeri yapmacık çimlerle yemyeşil yapmaya çabalayarak, koştura koştura mangal yapmaya gidiyoruz? 25 sene öncesinde oralar hep bağ bahçe, tarlaydı. Ekmeyi dikmeyi bıraktınız, sadece hazır alıp mangalda yemeyi biliyorsunuz diyeceğim ama ben de sizden biriyim. Hem ayıp olur! Diyemem! Keşke bahçe olarak kalsaydı da, demedim, bakın! Kullanıldı bugüne dek. Yapıldı edildi bir şeyler. Ama hoş ama kötü… Olan oldu. Olması da gerekliydi aslında. Ama, ötesini de düşünmemiz lazım!
Olacaklara bari, esirgenen hakları tanınsın diye, ‘’Maddeye de Sonsuz Tembellik’’ hakkını bekliyorum. İlla bir yerler, bir şeyler, hayra kullanılsın derseniz, diyorsanız eğer, gidelim mesela dağlara, yol kıyılarındaki yamaçlara çam değil meyve ağaçları dikelim. Yine, Çocuk parkları, halk oturması için yapılmış mahalle arasındaki parklardaki ağaçlara da bir bakın. Hep süs bitkileri. Yaprak dökmüyor ama kabuğu da, yaprağı da yenmez. Niye hala hiç meyve ağacı yok? Çocuk parkları niye elma, kiraz, armut, kayısı, erikle dolu değil anlamıyorum. Zaten topu topu 10-15 ağaç dikiliyor… Ne var, aralarında çocuklar için birer ikişer meyve ağaçları da bulunsa? Aksaraylılar, Siz, yani, benim gibi bir şeyleri çok bilip, her ota bir akıl veren ve hep onların bildiği uygulanan bir Volkanik Hasan Dayı gibi her gün, aklı gram değişmeden heep aynı yerde olan, Dayı’lara diyorum belki de! 20 yıl önce buydu doğrusu, şimdi de bu, diyen Dayı’lara! Bir kere de, bir tek parkta bari değişsin ya şu bildiklerimiz! Tembellik sizin de hakkınız. Yahu bir gün de aynı şeyi düşünmeyi bırakın tembellik edin, n’olur yani? Kıyamet mi kopar? Bir çocuk parkına da 5 kayısı, 5 erik dalgınlıkla da olsun diktiriver yani, Mütevelli Dayı! Ölür müyük bre kurban olduğum, belediye bütçesi mi çöker, yüksek katlarda Yüksek Manav ağbilerden dayak mı yeriz halk olarak? Yahu, bir kere yahu!
Nesneye, halk edilmişe, şerefle halk edilmişten ‘’Masrafsız Saygılı Tembellik’’ bekliyorum! ‘’Maddeye Sessiz Tembellik’’ hakkı bekliyorum. Vermeseniz de hoş, ben bir çay bardağının boş kalması hakkını savunarak, doldurmuyorum, kendisine saygı duyarak, onu boş ve tembel bırakıyorum! Su bardağına dolduracağım çayımı! Gördük yani, Konak’tan restoran, Medreseden Fast food-Çaycı Cafe, Eski Tiyatro salonundan ‘’Hangırlı’’ Cafe olduruluyorsa, su bardağından da, çay bardağı olur, niye olmasın!
Yalnız dikkat edin, her türlü değişime açığım fikirde! 3-5-8 kez değiştirdim tezimin YAKIŞIKLI adını, fazlasını da yapardım da, gerek yok şimdi!
Haa, bu arada, Henry Thoreau’ya değil, ben Anadolulu, Likyalı medeniyetinin daha üstün, insan sever ve doğa sever fikirleri olduğuna inanıyorum! Likyalılar da kim diyecekseniz? Kapat, kapat yazıyı, Volkanik Hasan Dayı’yla bana yazıyor!
NİĞDELİ ÜNLÜ PORTRELER 3
19 Ekim 2025 Pazar 11:00NİĞDELİ ÜNLÜ PORTRELER 2
18 Ekim 2025 Cumartesi 11:00AKSARAYLI ÜNLÜ PORTRELER 31 BİR AKSARAYLI MARKASI: ‘’MİTHAT GİYİM’’
17 Ekim 2025 Cuma 14:12NEVŞEHİR MEBUSU AKSARAYLI TUĞGENERAL ZİHNİ ÜNER
17 Ekim 2025 Cuma 02:07DERT GELİR - 2
16 Ekim 2025 Perşembe 13:24YAZ, GEÇTİ Mİ?
15 Ekim 2025 Çarşamba 13:29BİR GÖRSENİZ!
14 Ekim 2025 Salı 13:28‘’DERVİŞ İŞİ, AŞK’A ZİKİR; KALMADI ONDA, BAŞKA FİKİR!’’
12 Ekim 2025 Pazar 17:48DERT GELİR-1
12 Ekim 2025 Pazar 13:22ADININ ÖNÜNDE ‘’DENİZLİ-RİZE’’ YOK AMA!
11 Ekim 2025 Cumartesi 13:21




Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.