Cerdoğlu

Cerdoğlu

Öleceği Günü Bilmişti

Öleceği Günü Bilmişti

Bisikletin arkasına bir şirin mi şirin, güzel mi güzel bir kız çocuğu bindirmiş, kasabada daha önce bir kaç kez gördüğüm sakallı bir genç yanıma yaklaştı.

Kayıt için geldiğini anlamıştım. Küreği ağaca dayadım, yanına doğru yaklaştım. Kendini tanıttı. Adı Ercan’mış.

Hocam;

-İki çocuğumun büyüğü bu, adı Merve. Öbürü küçük daha, onun adı da Muhammet. Benim ailem çok istememe ve çokta çalışkan bir öğrenci olmama rağmen beni okutmadı. Daha doğrusu maddi zorluklar nedeniyle okuyamadım. Allah izin verirse ben çocuklarımı okutacağım, dedi.

Merve'nin kaydını yaptım. Hoş sohbet ve kültürlü bir insandı. Epey sohbet ettik. Diğer gelenlerin çoğundan farklıydı:

-Hocam, okulun bir ihtiyacı var mı? diye sordu.

Kasabada çok az kişi sorardı bu soruyu. Ya ben taa evlere kadar gider,önlüğünü,cartasını alacağıma söz verir öyle getirirdim çocukları okula,ya da okulun bahçesine kadar getirirler;

-Hocam babası Ankara'da çalışıyor. Daha para göndermedi. Sen önlüğünü,çantasını alıver de,ben babası gelince parayı getiririm,derlerdi.

Ben de elim mecbur, dediklerini yapardım. Çünkü buna biraz da ben alıştırmıştım kasabalıyı. Yoksulu neyse de zengini de aynı şeyi yapıyordu. Evet, zamanı geldiğinde Ankara'ya çalışmaya giden babalar dönüyordu da, benim paralar hiç dönmüyordu...

Ercan sık sık okula geliyor, çocuğun durumunu soruyor, bizimle sohbet ediyordu. Aradan epey zaman geçti, Ercan okula gelmez oldu. Merve'yi çağırdım;

-Merve baban nerede? okula niye gelmiyor? dedim.

Merve;

-Öğretmenim babam hasta, Ankara'da hastanede yatıyor, dedi.

Ertesi gün öğle arası öğretmen arkadaşlarla beraber Ercan'ın evine ziyarete gittik. Eşi iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Eşi anlattı; Ercan çocukken lösemi hastalığına yakalanmış, bir süre tedaviden sonra hastalığın ilerlemesi durmuş, bunlar da geçti zannetmişler.

Ercan,hastanede birkaç ay kalıyor, tekrar kasabaya dönüyor. Bu süreç epey devam etti. Ercan'ın çok fenalaştığını,apar topar Ankara'ya hastaneye kaldırıldığını duydum. Bir  hafta sonu Ankara'ya Ercan'ı ziyarete gittim. Beni karsısında gören Ercan sevinçten deliye dönmüş, oda arkadaşlarına;

-İşte; benim sözünü ettiğim o öğretmen, o mektupları, şiirleri yazdığım kişi: Diyorgözleri etrafa ışık saçıyordu.

Ercan’ı anlatılandan daha iyi gördüm. Ama Ercan artık hastanede daha uzun süre kalıyordu.

Okulların birinci yarı yılının bitmesine bir kaç gün kalmıştı. Ercan'ın Ankara'dan geldiğini duydum.Geleceğimizi haber verdim, Bir öğle arası Öğretmen arkadaşlarla Ercan'ı ziyarete gittik. Yemek yedik çay içtik. Ercan çok bitkin görünüyordu. Ama o bitkinliğin arasında bile gözleri ışıl ışıldı. Konuşuyor, bir şeyler hatta çok şey anlatmak istiyor fakat çabuk yoruluyordu.

- Hocam, kusura bakmayın,sakalımı da düzeltemedim, çünkü jilet kullanamıyorum. Azıcık bir yara açılsa kanı durduramıyoruz, diyordu.

-Ben ölmeye öleceğim ama gözüm arkada kalmayacak. Merve ile benim kadar ilgileneceğinize inancım tam Allah sizden razı olsun diyordu.

Zaman gelmişti, Ercan ile helalleştik. Bütün öğretmenleri hüzün kaplamıştı. Ercan, öleceğini biliyor bir daha görüşemeyeceğimizi de biliyordu. Ama gözlerine zerre kadar korku, yüzünde keder yoktu. Ölüme gülerek gidiyordu.

Okullar kapanmış, bayrama dört-beş gün vardı. İlk bayram mesajını Ercan'dan aldım. Hatta kendi kendime;

-Allah Allah, bayrama daha dört gün var: Ercan niye erken mesaj gönderdi ki!dedim.

Ertesi gün Selime'den telefon geldi: Ercan ölmüştü...

Öleceğini bildiğini biliyordum. Ama Ercan’ın öleceği günü  bileceğini tahmin bile edemezdim.

Evet, o iyi insanın içine öleceği gün doğmuş eşine öleceği günü söylemiş ve dediği günde de vefat etmişti.

Nur içinde yat sevgili ERCAN…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Cerdoğlu Arşivi