Mutlu Eskilli

Mutlu Eskilli

Şaşırdım kaldım, çocuğu okutmalı mı, okutmamalı mı?

Şaşırdım kaldım, çocuğu okutmalı mı, okutmamalı mı?

Şöyle bir 30-40 yıl önceye, o yılları hatırlayanlar için bir yolculuk yapsak!

Çocuklar hayata ilkokul 1, 2’nci sınıfın yaz tatilinde kuzu çobanlığıyla başlardı.
İlkokul bitti mi aile bütçesine katkı sağlamak adına koyun çobanlığı...

İlkokulda önlük biraz büyükçe alınırdı...

Çocuk bir önlükle okulu bitirsin diye.

En iyi ihtimal birinci sınıftan 4’e kadar aynı önlük giyilirdi.

Çanta olarak pazar çantası bulursan ne mutlu sana.

Mendil yerine, önlüğün sağ kolunun üstü iş görürdü.

Kışlık ayakkabı olarak; katran kokulu kurt lastik veya çizme giyilirdi. Çizmeyi hazirana kadar giymen mümkündü. Yazlık ise naylon ayakkabı giyilirdi.

Haki renkli gocuğun varsa kışın senden torpillisi yok.

Şimdiki çocuklar gibi bırakın zorla yiyeni, meyvenin kabuğu bile ziyan edilmezdi:(

Babandan aldığın 3-5 TL harçlıkla Memiş Emmi ve Nörü Emmi’den aldığın çekirdek, gofretten ötesi yoktu.

Alışverişte altın vuruş, Memiş Emmi’nin cam kenarından özel olarak dilimlenmiş cevizli sadrazamıydı.
Oyuncak dediğin, çamurdan yaptığın koyun-koç, inek olarak oynadığın evin anahtarları, züverlikten yaptığın biçer-döverdi.

Okulda senede bir istenen odun, kömür parasını hemen verebiliyorsan senden havalısı olmazdı.

Anne ailenin en fedakarı idi; Ahırda ineğin altının temizlenmesi, yemlenmesi, sağılması; evde çamaşır, bulaşık, temizlik, yemek;

Baba ise evin beyni; iş, güç, tarla, tapan...

Dün ‘Çocuk okursa kendine okur’ anlayışı vardı. Okuma-yazma bilmeyen anne, ilkokulu okumuş baba. Belki dersleri anlatacak bilgileri yoktu ama çocuğunu yarınlara hazırlayacak bilgi-görgü ve duruşlarıyla çocuklar için en önemli ilk  öğretmenleriydi.

Ataerkil aile yapısında, nene-dede, dayı-amca, teyze-hala, akraba, eş, dost ile iç içe yaşanırdı.

Çocuk, lise okumaya bile Eskil’den gurbete gitmeliydi, çünkü memlekette lise yoktu. Tarikatmış, cemaatmiş o tür oluşumlardan medet umulmaz, çocuk için tek kaynak babanın cüzdanında gizliydi.

Okuyacak çocukları da basitçe iki kategoriye ayırmak mümkündü. Ya anne-baba evladını okutmaya çok istekli ya da çocuk okuma delisi!

Lise, üniversite okurken de çocuk bilinçli olurdu. Bol keseden para harcaması olmaz, en iktisatlı şekilde okuma gerçekleştirilirken yaz tatilleri başta olmaz üzere ailenin bütçesine katkı sağlanır ya da başka bir iş bulunur çalışılırdı.

Liseyi bitiren çocuk parmakla gösterilir, çevresinde “Okumuş” olarak lanse edilirdi.

İki yıllık bitiren kişi, hiç bir şey olamazsa bile öğretmen olarak atanabiliyordu (1989 yılına dek...)

Türkiye’de üniversite sayısı belki bugünkünün 5’te biri kadardı. Keza üniversitede okuyan öğrenci sayısı da buna mukabil aynı şekilde az.

Bugün ise çocuk doğduğu anda öncelikle “Bizim çocuk yemiyor” diye kişiliğini hiçe sayarak ağzına zorla mamayı basıyoruz.

Özel kıyafetler, özel çantalar. İmkan varsa özel okul olsun. Özel lise, özel üniversite. Babanın borcu varmış ailenin durumu kısıtlı hiç önemli değil, bunları yapamıyorsak dershaneye göndermek farz oldu!

“Ben okumadım, aman çocuğum okusun” bütün dünya çocuğun etrafında dönüyor! Çocuğun tanıdığı akraba, eş, dost sayısı bir elin parmağını geçmiyor! Her çocuk liseyi bitiriyor, üniversiteye gitmek gitmemekten daha kolay.

Bölüm önemli değil, yeter ki üniversite olsun. Dört sene daha meşgale var ya. Derken 25 yaşına gelen bir zat! Hayatında hiç iş yapmamış, elini sıcak sudan soğuk suya değmemiş. Bir süre sonra iş bulsa bile alanıyla ilgili işi bile beğenmiyor!

İnsanlarla iletişimi problemli, iş-güç beğenmeyen, kimseye minnet etmeyen ama elinden de kör eşşeğin yem yemeyeceği bir unsur olarak karşımıza çıkabiliyor.

Hiçbir şeyi beğenmeyen ama hiçbir şey de üret(e)meyen...

Öte yandan bebekte yaparım, kariyer de söyleminde olduğu gibi hem işini yürüten hem de dışarıdan okuyan çocuklar hem iş sahibi olabiliyor hem de açık öğretim, tezsiz yüksek lisans gibi unsurlarla kariyer yapabiliyorlar. Günümüzde bu başlıkla birlikte sorumluluklarının farkında olan, kendine hedefini belirleyen çocuklar okuduklarında düşledikleri gibi çok iyi yerlere gelebiliyorlar.
Netice itibariyle;

1. Sorumluluk almış, yabancı dil bilen, iyi bölüm bitirmiş ve hedefi olan bir çocuğun okuması ne güzel...

2. Ailesinin içinde çalışan ya da iş hayatına atılıp hem çalışan hem de açıktan okuyanlar ciddi bir temel oluşturuyor.

3. Hayatında suya sabuna dokunmayan üniversite bitirene kadar üretkenlikten uzak bir şekilde yetiştirilen ama bulduğu her işte de armudun sapı, üzümün çöpü var mantığı ile her şeye hayır diyen bitirdiği bölümde ya iş bulamayan ya da çabası olmayan çocuklar ise herhalde ziyan olan bir nesilden öteye geçmiyor.

İşte ben de o halde sizlere soruyorum kıymetli okurum, "Şaşırdım kaldım, çocuğu okutmalı mı, okutmamalı mı?"

Baki selamlar....

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Mutlu Eskilli Arşivi