Yazırımız Suheyl Kutlu'dan bir Eskil Bayramdüğün anısı
Ankara’da yıllardır gazetecilik yapan biri olarak her gün televizyonlardan izlediğiniz onca tartışmalı konunun tam içinde yer alıyorum. Hele ‘parlamento muhabiri’ olarak görev yaptığım için ‘siyaset’ denen zıkkımın içinde yüzüyorum resmen. Çok değerli site sahibi arkadaşım Mevlüt Keskin’in yazı yazma talebini memnuniyetle karşıladığımda doğal olarak siyaset yazıları yazmaya başladım. Ama çok geçmeden fark ettim ki yanlış yapıyorum; gece gündüz siyaset okuyan ve siyaset izleyen vatandaşa daha fazla eziyet yapmak ne haddime..
Ve yazı konseptimi değiştiriyorum…
Artık gerçekten okuyucunun ilgisini çekeceğini düşündüğüm yazılarla karşınızda olacağım. Bu konuda önümüzde duran en önemli örnek, sitede yazıları en çok ilgi çeken yazarımız Zuhal Şeflek. Mütevazi bir şekilde yayın hayatına başlayan sitemizin kısa sürede günlük bini aşkın okuyucuya kavuşmasında ‘devrimci’ yazılarıyla hocamızın katkısı büyük. Kaldı ki en faydalı yazıları da Zuhal Hoca’nın yazdığını bir gerçek…
Bayramdüğün anıları…
Mesela bu yazımda Aksaray Eskil’le bağlı Bayramdüğün köyünde yaşadığım bir anımı paylaşmak isterim. Arkadaşım Mevlüt Keskin’in köyü olan Bayramdüğün’e üniversite yıllarında birkaç kez gitme fırsatı bulmuştum. Uçsuz bucaksız arazileri bulunan köyde tek bir ağaç olmaması dikkatimi çekmişti. Öğrendim ki toprağın yapısı nedeniyle bölgede ağaç yetiştirmek neredeyse imkansızmış. Sadece kökü çok küçük olan tarım ürünleri yetişebiliyormuş…
Mevlüt’le bir gün tarla tapan işini bitirmiş köye dönüyorduk. Hazan Mevsiminin Akşam ayazı bastırmıştı. Baba yadigarı evde kimse yaşamadığı için odalar soğuk, sıcak yiyecek bir şey bulmak imkansız. Derken eve yöneldiğimizi gören bir kadın ilerden “Mevlüüüt, Ülfü emmin sizi çağırııır” dedi. Sesin geldiği eve yöneldik… “Lale yenge..” dedi Mevlüt. Kocası Ülfü Bey bizi akşam yemeğine çağırıyor olmalıydı. Eve girmemizle üşüyen vücudumuzun bir anda ısınmaya başlaması bir oldu. Odanın ortasında soba yanıyor, üzerinde tandır ekmekleri ısınıyordu. Sofra bezi serilmişti. Belli ki yemek hazırlıkları tamam gibiydi. Hemen sofraya buyur edildik. Sonrasında kurufasülye, pilav geldi. Yanına soğanlar dizildi. Biz yorgunluğun ve üşümenin de verdiği açlıkla yemeğe daldık. Kaç tabak yedik hatırlamıyorum. Hala ‘hayatta yediğin en iyi kurufasülye hangisi?’ diye sorulsa, Lale yengenin kurufasülyesini anarım.. Allah kendilerine uzun ömür versin, Anadolu insanının sıcaklığını, misafirperverliğini ve candanlığının en güzel örneğini teşkil etmişti Ülfü Emmi ve Lale Yenge…
Yemek yerken bir yandan da Mevlüt beni tanıştırıyor. Ülfü emmi, ‘nerelisin?’ diye sordu. ‘Adıyaman’ dedim… Sohbet devam ederken bir başka köylü kadın geldi eve. Mevlüt’ü tanıdı ama beni tanıyamadı. Döndü Lale yengeye, “Bu oğlan da kimmiş?” diye sordu. Lale yenge, “Yaman köylüymüş, hiç duymadım bu köyün ismini daha önce” deyiverdi. Tabi biz başladık gülmeye. Sonra da köyümün adının ‘yaman’ olduğunu düşünen Lale yengeye, Adıyaman’ın bir il olduğunu anlattık...