Hilmi YOL

Hilmi YOL

Affet Bizi Üstad Ersoy

Affet Bizi Üstad Ersoy

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!..
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

Diyor İstiklal Marşımızın şairi üstad Mehmet Akif Ersoy.  Kendisinden tüm Eskil halkı adına özür diliyorum. Bu hafta vefat yıldönümünde kendisine yapılan vefasızlığı dile getireyim istedim. Ailesine reva görülen hayatı hatırlatalım istedim. Kuru sevginin anlamsız olduğunu. vefasızlığın yüzsüzlüğümüzle yüzleşemediğini görelim istedim.
İstiklal Marşı Şairi, dava ve fikir adamı Mehmet Akif Ersoy'un çocukları bütün hayatlarını büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde geçirerek göç ettiler bu dünyadan…
Mehmet Akif'in büyük oğlu Emin Ersoy askerlik görevini yaptığı sırada, koğuştaki arkadaşlarına Kur'an okuyup tefsir ettiği gerekçesiyle Divan-ı Harbe verildi. Tutuklanan Ersoy, çavuş arkadaşının yardımıyla askeri cezaevinden kaçtı fakat yine yakalanarak  cezasını çeken talihsiz adam uzun yıllar yoksulluk içinde yaşadı. Bir gün Beşiktaş'ta bir çöp kutusunun yanında ölü bulundu.
Cenazesinde kimse yoktu
“Mehmet Akif'in cenazesine, bir hukuk talebesi iken iştirak eden Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, “Akif'in Cenaze Töreni” başlıklı yazısında o günleri şöyle anlatıyor:
“…O zamanların, ülkemizde egemen tek partisinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akif'in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı.
…Bizler bu alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık; hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmına bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük. İki kişi üzerine örtü dahi konulmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akif'e ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı.
Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler; sonra merhumun bir kısım yakın arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin yöneticilerinden hiç kimse ortalarda yoktu.
Cenaze artık tamamıyla gençlerin sorumluluğunda kalmıştı. Gençler, büyük bir ölüye gösterilmesi gerekli saygı ve vakar içinde, hiçbir tahrike kapılmaksızın cenazeyi omuzlarında Edirnekapı Mezarlığı'nın Şehitlik karşısında bulunan kısmına taşıdılar. Dini merasim yapılmadan önce hep bir ağızdan hançerelerimizi patlatırcasına İstiklâl Marşı'nı söyledik.”
(Tercüman gazetesi, 5 Ocak 1987). O zaman ki vefasızlığımız hala devam ediyor. Sadece yıllar ve kişiler değişti. Milli bayramlarımızda çocuklarımızı tamtamlı müziklerle oynatan eğitim camiamız, okunduğu zaman bütün dünyayı hayran bırakan bir istiklal marşının yazarının vefat yıldönümünde hiçbir etkinlik yapmıyor. Hiçbir etkinlik yapılmadığı için vefasızlığımızın üzerine bir vefasızlık daha eklendi. Yapıldıysa da “ne ördek uçtu nede göl dalgalandı”. Yüce şairimiz sanki kendisine verilecek değeri biliyormuş gibi ne güzel söylemiş;
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da, er geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Hilmi YOL Arşivi