Fatih Uslu

Fatih Uslu

BEYOĞLU ÇAY OCAĞI

BEYOĞLU ÇAY OCAĞI

 

 Cenevizli tüccarların ahşaptan yaptıkları Galata Kulesinin önünden geçerken tarihin yosunlaşmış kalıntılarının kokusunu yüreğimizde hissederdik.

Askerliğimi İstanbul’da yapmıştım. Trabzon Sürmeneli bir arkadaşla beraber çıkardım genellikle çarşıya, bazen de Antalyalı hemşerim Volkanla çıkardık. On beş günde bir çıktığımız çarşı izninin birinde Volkanla Harbiye’den Eminönü yürümeye karar vermiştik.

Askeriz ya üzerimizde fazla para da yok hani.

Taksimden aşağı eğilmeden yazın sıcağını üzerimizde fazlasıyla hissettik, çok geçmeden Osmanlı Bankasının önünden geri dönüp Galatasaray lisesinin yakınlarındaki çay ocağında oturmak, üç el tavla atmak daha cazip gelivermişti.

Yanımda çok param olsa koşa koşa giderdim de bakma.

Hem bu sıcakta Eminönü çok kalabalık olur, sonra sıraya girip bir ekmek arası balık yemek için masa kapmaca oynamak…

Boşver, bizimkisi daha iyi bak ne güzel burası hem sakin.

Bir de soğuk ayran geldi mi, deme keyfime.

Bir daha üzerime çokça para almadan çarşıya çıkmak mı tövbe.

Hem kim demiş havanın sıcak olduğunu, burası firil firil esiyor.

Karnımız acıkınca hemen karşıya geçip Hamurabi’den bir şeyler alıp yeriz.

Neyse önce bir çay içelim.

                Çay parası ödeme konusunda sorun yoktu; zira daha önce geldiğimiz fiyatı da oldukça uygun bir yerdi.

Garsona iki çay bir de tavla söylemiştik.

Tavlanın zarının biri eksikti, neyse ki yan masanın tavlası boşalınca bir zar aldık da zar zor tavla oynayabiliyorduk.

Zarları öğle yemeği için atıyorduk; fakat ikimizin de üzerinde yeterli paranın olmadığını ikimizde biliyorduk.

Yanımızdaki masadan kalkanların yerine hemen birileri gelip oturdu. Gözümüzün ucuyla bir taraftan da onlara bakıyor, bir taraftan sırtımızı dayadığımız duvarın serinliğini ve İstiklal caddesinden geçen insanların giyim kuşamlarının şıklığını izlemek, bize hoş geliyordu.

Yan masaya oturan adamın biri asosyal ama yakışıklı bir tip, diğeri hem hep pejmürde hem de cahildi. İkisini toplasan bir adam etmezdi ilk izlenimimiz bizim. Canımız sıkılmıştı; çaktırmadan oyunumuza devam ediyormuş gibi onları izliyorduk. Acaba adamlar kan davası için mi gelmişlerdi İstanbul’a, yoksa kız mı kaçırmışlardı. Biraz kulak misafiri olmuştuk, yoldan geçen güzel bayanlara bakmak için oyalandıkları anlaşıldı çok geçmeden.

Volkan’ın cep telefonu çaldı, iki cümle kelamdan sonra teli kapatmıştı. Yüzü gülüyordu, nişanlısı para yatırmış hesabına.

“Kalk Eminönü’ye gidiyoruz, bizimkisi para yatırmış hesaba.”

“Ben bu kez turşu suyuyla en az iki ekmek arası yerim.”

Her çarşıya çıktımızda bu çay ocağına uğrardık, Beyoğlu anıları canlandı yine.’

Beyoğlu deyince aklıma Galata Kulesi, Galata Kulesi deyince de Hezarfen Ahmet çelebi gelir aklıma ve hala şaşarım kedisine “nasıl uçtun altı bin metre, ya yere çakılsaydın!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatih Uslu Arşivi