Mehmet Akkanat

Mehmet Akkanat

Fih-i Ma Fih

Fih-i Ma Fih

Delili de şu: Anlamı söylersen reddeder, sözleriyle körü-körüne okur-durur. Şuna benzer bu: Adamın biri, eline bir kunduz alır. Ondan daha güzel bir kunduz getirirler, istemez. Anlarız ki kunduzu tanımıyor, bilmiyor bu adam. Birisi bu kunduzdur demiş ona, o da ona uyup kunduzu eline almış. Hani ceviz oynayan çocuklar gibi; oynarlar amma cevizin içini versen, yağını versen istemezler; ceviz, şakır şakır ses çıkaran şeydir, bununsa şakır şakır şakırdaması yok derler. Tanrının hazineleri çoktur. Tanrının bilgileri çoktur. O hâfızın bilgisi var da Kur'ân'ı okuyorsa peki, neden öbür Kur'ân'ı reddediyor? Bir hafıza söyledim, anlattım; dedim ki: Tanrı Kur'ân da diyor ki: "Söyle, deniz sözlerine mürekkep olsa o mürekkep, Rabbimin sözleri bitmeden tükenir gider." Şimdi, bu Kur'ân, elli dirhem mürekkeple yazılabilir. Bu söz, Tanrı bilgisine bir işarettir; Tanrı bilgisiyse yalnız bu kadar değildir. Bir aktar, bir parça kağıda bir ilâç kosa, sen de bütün aktar dükkânı bu kağıt parçasındandır desen aptallıktır bu. Mûsâ'nın, İsâ'nın, bunlardan başka peygamberlerin zamanında da Kur'ân vardı, Tanrı sözü vardı, fakat Arapça değildi. Bunu anlattım, o hafıza tesir etmedi; ben de vazgeçtim.

Rivayet etmişlerdir, Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Peygamber'in zamanında sahabenin her biri, bir sûre, yarım sûre ezberlemişti. Ezberleyeni de pek büyük görürler, bir sûre ezberinde diye parmakla gösterirlerdi. Bunun sebebi de şuydu: Onlar, Kur'ân'ı içiyorlardı, yiyorlardı, sindiriyorlardı. Bir batman, yahut iki batman ekmek yemek, büyük bir iştir. Ancak ağza alınır, çiğnenir, çıkarılırsa bin eşek yükü ekmek de yenebilir. "Nice Kur'ân okuyan var ki Kur'ân, lanet eder onlara" denmiş. Bu söz, Kur'ân'ın anlamını anlamayanadır. Amma bu da iyidir. Tanrı şu dünyayı kursunlar, yapsınlar diye bir bölük halkın, gafletle gözlerini bağlamıştır. Kimisini öbür dünyadan gaflete salmasaydı dünya, hiçbir vakit mâmur hale gelmezdi. Kuruluşları, mâmurluğu meydana getiren gaflettir. Şu çocuk da gafletle büyür, boy atar. Aklı olgunlaştı mı artık boy atmaz. Şu halde mâmurluğu meydana getiren, kurup yapmaya sebep olan gaflettir; yıkıma sebep olan da uyanıklıktır.

Şimdilik söz söylüyorum ya, sebebi ikiden artık değil. Ya hasetten söylüyorum, ya esirgeme yönünden. Haset olamaz, hâşâ... Çünkü haset etmeye değen bir şeye haset etmek yazıktır, değmeyene haset etmek de ne oluyor ki? Sözüm, ancak pek esirgediğimdendir, pek acıdığımdan; istiyoruz ki aziz dostu anlama çekelim.

Anlatırlar ya hani, bir adam Hacca giderken çöllere düştü. Pek susadı. Tâ uzakta küçücük bir çadır gördü. Oraya gitti, bir halayıkcağız gördü. Adam, konuğum ben, dileğim var diye bağırdı. Oraya vardı, su istedi. Öylesine bir su verdiler ki ateşten sıcaktı, tuzdan acı. Dudaktan damağa damaktan karna giderken gittiği her yeri yakıyordu. Adam, pek acıdı da o kadına öğüt vermeye koyuldu; dedi ki: Sizin bende hakkınız var, çünkü sizin yüzünüzden biraz esenleştim. Kayırmam coştu da ondan söylüyorum; sözlerimi dinleyin. Bağdat şuracıkta, Kûfe de, Vâsıt da, başka büyük şehirler de yakın size. Kötürüm bile olsanız sürüne sürüne yuvarlana yuvarlana oralara varabilirsiniz. Oralarda pek güzel, pek tatlı sular vardır; çeşit çeşit yemekler, hamamlar, nîmetler, hoşluklar vardır. O şehirlerin tatlarını saydı döktü. Derken, o Arabın kocası geldi. Birkaç çöl fâresi avlamıştı. Karısına pişir şunları dedi. Ondan konuğa da verdiler. İster istemez yedi. Konuk gece yarısı çadırın dışında uyudu. Kadın, bu konuk neler dedi, neler anlattı, duydun mu dedi. Konuğun anlattıklarını bir eksiksiz kocasına anlattı. Kocası olan Arap, hay karı dedi, bu çeşit şeyleri dinleme; dünyada hasetçiler çoktur; esenliğe, devlete kavuşanları gördüler mi haset ederler; onları bu esenlikten etmek, bu devletten yoksun bırakmak isterler.

Şimdi bu halk da böyledir. Esirgeme yüzünden birisi öğüt verse haset ediyor derler. Fakat o adamda bir maya varsa sonunda anlama yüz tutar. Çünkü ona Elest gününde bir katredir, damlamıştır; sonunda o katre, işkillerden, mihnetlerden kurtarır onu. Gel, niceye bir uzak kalacaksın bizden, niceye bir ilişkiler, sevdâlar içinde bunalıp duracaksın? Fakat insan, bir topluluğa ne söz söyleyebilir ki o topluluk, o çeşit sözü ne bir kimseden duymuştur, ne şeyhinden.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Akkanat Arşivi