Şükrü Başarıkan

Şükrü Başarıkan

İmam-ı Azam ve Isırılan Elma'nın hikayesi

 Âlimlerimizin bildirdiği üzere, Allah Teâlâ Hazretleri, ruhları yaratmadan önce taksimatı yapmış, herkesin rızkını ve kaderini yazmasını kaleme emretmiştir. Kalem de Allah’ın yarattıkları hakkındaki olacak olan bütün hükmü yazmış ve iş bitmiştir. Bize düşen onun taksimatına ve kaderine râzı olup boyun eğmek, nimetlerine hamd etmektir.

Bilinmeli ki, Allah’tan başkaları insanın ne kısmetine mani olabilir, ne de kısmetini artırabilir. Her şey, Allah Teâlâ’nın kontrolünde olduğu için, Onun izni olmadan hiçbir kimse diğerine ne zarar, ne de fayda verebilir. Çünkü Allah’ı Zü’l-Celal Hazretlerinin “Aziz kıldığını kimse zelil, zelil ettiğini de kimse aziz kılamaz.” İşte bu şekilde, sağlam bir îmânâ sahip olan ve aile muhabbetini sağlayanların evi, daha dünyada iken Cennet bahçesinden bir bahçe olur, kendileri huzur içinde yaşar, çocukları da mutlu ve güven içinde yetişirler.

Aile fertleri, bazı önemsiz küçük şeyleri görmezden gelerek hatalara karşı kör, yerine göre dilsiz, bazen de sağır gibi davranmalıdır ki, aile huzuru bozulmasın.

Bir Hikâye: 

            İmam-i Azam Ebu Hafife Semseddin-i Sivasi'nin Menakih-i Imam-ı a'zam isimli eserinde söyle yazılıdır: İmam-ı a'zam’ın babası Sabit (r.a) küçük yastan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nurlu olup zühdü, salahi ve ilmi pek çok idi. Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrügünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükürükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatin gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi. Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğrenmek için bir süre yanında çalıştırır, değişik şekillerde imtihan ederek söyle dedi: - Yediğin elmam için ne vereceksin? - Altın gümüş neyim olsa veririm. - Ben altın gümüş istemem ama eğer kıyamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir. - Teklifin nedir? - Yapacaksan söyleyeyim... - Şeriata uygunsa yapabilirim. Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim. Sabit hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı yapıldı. Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup, (Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!) Kayınpederi tebessüm ederek, (Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana “dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir.” Var git helalinin yanına, Allah Teâlâ mübarek ve mesut etsin.) İşte bu evlilikten, yani böyle bir ana ve babadan İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri dünyaya gelir. Bir gün, Kur'an-ı Kerim-i kısa sürede ezberleyen İmam Azam'a annesi söyle der: "Eğer baban o elmayı ısırmasaydı sen Kur'an-ı daha kısa sürede ezberleyecektin." İşte anne ve babanın, helal ve haramlara karşı, çocuktaki etkisi!..

Bu yazı toplam 10847 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum