Sınıfta serçe avı!

 

Birinci sınıftaki öğrencilerin sayısı on üç, son sınıfların, yani bizim sayımız ise yalnızca altıydı. Sınıf arkadaşlarımın adları önden arkaya doğru, Ünal, Mustafa, Fatih, Erol, Sabit ve beşlerin tek kızı, okulun da beş kızından birisi olan Ayşe’ydi. İlkokul birinci sınıfın fişlerini beşinci sınıflar da yeniden ezberliyor, birler ise beşlerin Fen Bilgisi dersinde fotosentezi anlamaya çalışıyordu. Orta sınıfları tam olarak hatırlayamıyorum. Hatırlayamadığım pek çok şey var elbet; ama unutamadıklarım da bir o kadar…

 

Mesela günün birinde aşırı yağmurun etkisiyle dere yatağının taşması bizim okula gitmemizi engellemiş ve bir sonraki gün niye gelmediğimizi anlatma fırsatı bile bulamadan bir kamyon dolusu dayak yemiştik. Dayak zaten cennetten çıkmış olduğundan ona itirazımız yoktu da, bana bugün bile ”Bu kadar da olmaz be!” dedirten olay Mustafa Öğretmen’in okul arkadaşım ve akrabam olan Zeynep’in saçından tutarak kafasını yazı tahtasına vurması olmuştur. Genellikle iyi anılar bırakmadı Mustafa Öğretmen bizde. O günleri ne vakit hatırlasam, istem dışı bir gülümseme kaplar dudaklarımı.

 

Daha sonra Mustafa öğretmen’in tayini çıkmış, yerine Sarılar Köyü’nden hemşerimiz Ahmet Hoca gelmişti.

 

Ahmet Hoca çok kafa dengi bir öğretmendi.

 

Öğrenciyi çok sever, kimseyi kolay kolay dövmezdi. Çok kızdığı zamanlarda bile öğrencilere korku vermek için beni sopa kesmeye yollardı. İyi bir sopa yapmak için bir hayli uğraşırdım; fakat ben dönünceye dek çoktan geçmiş olan sinirinin yerini ağzından düşmeyen türküler almış olurdu.

 

Sopa da çelik çomak oynamak için hazırlanmıştır zaten.

 

Neşeli zamanlarında bizimle beraber maç yapar, bizimle yakar top oynar, hatta tıpkı öğrenciler gibi bazı günler dersi asardı.

 

En büyük zevklerinden biri de kuş avlamaktı.

 

Tek katlı, tek sınıflı, kırk kişilik okulun duvarlarının pasını Ahmet Öğretmen’in tüfeğinin sesi alırdı.

 

Ahmet Öğretmen derse av tüfeğiyle gelir, okulun bahçesindeki andız ağaçlarına konan serçeleri avlardı.

 

Okulun zili çalınca Ahmet Hoca derse gelip omzundaki tüfeği sobanın uzağına koyar ve bize fişekteki barutun ateşin ısısıyla patlayabileceğini anlatırdı. Ders yapılırken bir gözümüzle dersi takip ederken diğer gözümüzle de ağaçlara konan kuşları takip eder, kalabalık kuş sürüsü andız ağacına konunca hemen öğretmene haber eder ve dersi bırakıp hep beraber kuşların nasıl vurulduğunu izlemeye koşardık.

 

Arka sıralardaki arkadaşlar ön tarafa doğru kuşları kaçırmadan, sessizce ilerlerler, Ahmet Öğretmen işaret parmağıyla bize sessiz olmamızı işaret ederdi.

 

Çıt çıkmazdı sınıfta.

 

Ahmet Hoca arka pencereden dışarıya uzattığı tüfeğinin namlusundan kuşları iyice gözledikten sonra ateş eder, biz adeta hücum ederek, ağaçtan aşağıya düşen kuşları toplardık.

 

Kafalarını kopardığımız kuşları bir poşete koyar, günün yemeğinin tamamlanması için bir başka kuş kafilesini beklerdik.

Dersimiz, hep hayat bilgisiydi.

Bu yazı toplam 2551 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum