Tüm dünyada hak ve adaletin yaşanması
Hakkın korunmasında ise adalet kavramı çok önemlidir. Her insana aynı yaklaşabilmek, saygı gösterebilmek adalet gerektiren bir durumdur. Zira Rabbimiz Kendi katında üstünlüğün sadece imanla orantılı olduğunu haber vermiştir.
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Hz. Muhammed (s.a.v) döneminde uygulanan adalet anlayışı, İslam’ın hak olduğunun güzel bir örneğidir. Resulullah (s.a.v)’in uygulamaları tüm Müslüman devletlere yol gösterici niteliktedir. Yine Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından oluşturulan Medine Vesikası, adalet ve hakların gözetilmesi bakımından mükemmel bir örnek teşkil etmekteydi. Bu vesika ile hangi dinden, dilden, ırktan olursa olsun bütün insanların güvenlikleri gözetilmiştir. Onlara dinlerini özgürce yaşamı imkanı verilmiştir. Bu vesika ile birbirlerine düşman olan topluluklar da barıştırılmış, hakları gözetilmiştir. Resulullah (s.a.v) Allah’a olan bağlılığından ve sevgisinden dolayı, daima O’nun hükümlerine titizlik göstermiştir. Bu yüzden herkese Allah’ın makbul gördüğü şekilde davranmıştır. Asla nefsinden yana tavır takınmamıştır.
Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)
Peygamberimiz (s.a.v) zamanında, elde edilen topraklarda yaşayan insanlara da adaletle hükmedilmiştir. Onlara kendi topraklarında özgürce yaşama imkanı verilmiştir. Bu adalet anlayışı günümüzde halen bazı araştırmacılar tarafından saygıyla anılan bir konudur. Bu adalet anlayışı, diğer dinden ve ırktan insanların da beğenisini kazanmış, hiçbir zorlama olmadan İslam’ı seçmelerine vesile olmuştur. Ele geçirilen toplumlar barış, huzur ve adalet içinde yaşamlarına devam etmişlerdir. Resulullah (s.a.v)’in vefatından sonra, sahabeler de aynı ahlakı benimsemişlerdir.
İslam ahlakında insan özgürlüğünün göstergesi olan istişare de, adaleti öngören bir uygulamadır. Bu sayede herkese söz hakkı verilmiş, bireysel olarak fikri değer görmüş olur. Müslümanlar Allah’ın bir emri olarak, danışarak hareket etmeye çalışırlar. Bu ahlak kişilerin söz sahibi olmalarını sağlarken, işlerin daha çabuk ve sağlıklı bir şekilde yapılmasına vesile olur. Bu ahlak ile insanlar arasında sevgi, saygı ve muhabbet de gelişir. Rabbimiz bir ayetinde Müslümanların bu ahlakına şöyle dikkat çeker:
“…işleri kendi aralarında şura ile olanlar…’’ (Şura Suresi, 38)
Günümüzde birçok insanın Allah inancından ve ahlaki değerlerden uzaklaşmasıyla ortaya çıkan adaletsizlik, farklı fikirleri zor ve baskı kullanarak yıldırma gibi hareketler insanların özgürlüklerini yitirmelerine neden olmuştur. Tekrar Asr-ı Saadet dönemindeki gibi bir adalet, hoşgörü ve saygı ortamının yaşanabilmesi için İslam’ın dünyaya hakim olması şarttır. Bu anlamda kurulacak olan Türk İslam Birliği en güzel çözümdür. Bu yüzden Allah’ın halifeleri olarak dünyaya gönderilmiş olan Müslümanlar, bu birliğin oluşması için çabalamalı, tüm Müslüman ülkelerle yek vücut olmalıdır. Böyle bir birlik bir tek Müslümanların değil, tüm devletlerin haklarını gözetecek, refah ve güven içinde olmalarını sağlayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.