Cerdoğlu

Cerdoğlu

Yarım Şişe Gülsuyu

Yarım Şişe Gülsuyu

 

Artık zamanı gelmişti  yuvadan uçmanın... Daha fazla dayanamıyorlardı hırpalanmaya. Hafif bir dokunuşta etrafa saçılıyorlardı. Yarı çıplak dallar hüzünlü, etrafa savrulan yavrularına bakıyorlar, dallarında kalanları yarına taşımaya çalışıyorlardı.

Bütün çabaları boşunaydı. Boşunaydı, kurumuş yaprakları dalında tutmak, boşunaydı ölü bir canlıya can vermek. Şairin dediği gibi "demir alma vakti" gelmişti bu limandan.

Sırtını peribacalarına dayamış, önünden kıvrıla kıvrıla akan Melendiz Çayı'na bir ananın yavrusuna baktığı kadar içten, sımsıcak bakışlarla, gözlerini ayırmadan bakan, bir taraftan da kaçamak bakışlarla Hasandağı'na göz kırpan bu köye yeni atanan genç bir öğretmen, okula doğru yol almaktaydı.

Okulun giriş kapısına yaklaşmıştım, beni gören üç tane yaşlı kadın oturdukları okul bahçe duvarının üzerinden ayağa kalktılar. Bunlar sonradan çok iyi dost olacağım; Fadik,Güllü ve Iraz Ninelerdi. İçlerinden daha sonra adının Güllü olduğunu öğrendiğim ve en çok konuşanı;

-Kim olacak anam, öğretmendir, dedi.

Ve bana;

-Hoş geldin kuzum, öğretmen misin? dedi.

Sırayla diğerleri de "hoş geldin” dediler. Öğretmen olduğumu söyledim onlara. Hiç yabancı değillerdi: Anama benziyorlardı, anneanneme benziyorlardı, köyümün bütün kadınlarına benziyorlardı. Hepsinin hikayesi aynıydı. Anadolu’mun çilekeş, fedakar ve cesur analarıydı bunlar...

Çok çabuk ısınmıştık birbirimize. Fadik Nine; köyün en yaşlı kadınıydı. Kocası öleli yıllar olmuş, hiç oğlu olmayan, kızları da köyün dışında, başka yerlerde olan birisiydi. Güllü Nine'ni eşi öleli epey olmuş;

-Bizim adam erken gitti oğlum, Allah’ım beni de yolcu etse, diye dualar eden yaşlı bir kadındı. Köyde oturan oğulları ara sıra ziyarete gelseler de bütün derdini bana anlatırdı. Bana sık sık;

-Oğluuum domatizmalarım (romatizma) azdı bana bir hap getiriver, derdi.

Iraz Nine ise; kendinden yaşlı birisiyle evlendirilmiş o da ölünce hiç kimseyle evlenmemiş, çocuksuz bir ihtiyardı. O da gözlerinden rahatsızdı. Bana sık sık;

-Oğlaaan ben bir göz doktoruna götür, derdi.

Bir gün Aksaray'daki bir doktordan kendisine randevu aldım, eline de bir kart yazarak verdim. "Bununla doktora gitmesini, doktorun para almayacağını, gözlüğünü de benim alacağımı" söyledim.

Eline yazdığım kartı alan Iraz Nine;

-Oğlaan vallahi seninle giderdim,ama söz olur diye,gardaşımla gidecem, demesi beni ve yanımda bulunan öğretmen arkadaşları epey güldürmüştü.

Fadik Nine çok sessiz ve utangaç bir kadındı. Diğerleri bir şeye ihtiyacı olduğunda söylerken o zorlamalarıma rağmen yüzüme söylemez, sonradan öğrencilerimle haber gönderirdi. Bir gün bakkalda hazırlattığım paketlerle üçünü de ziyaret ettim, paketlerini verdim, başka şey isteyip-istemediklerini sordum;

-Hayır yok, dediler.

Ertesi gün sınıfımdan Ayşe yanıma gelerek;

-Öğretmenim,Fadik Nine sizden sucuk ve naylon çorap istiyor, dedi.

Bakkala giderek,sucuk ve çorap aldım, kendim götürdüm. Utanmıştı, dudakları titriyor, söylemek istediğini söyleyemiyordu.Gözünden yaşlar süzülmüştü.

-Öğretmen oğlum kusura kalma, nefis bu adamı irezil idiyor. Dimeyim didim, dayanamadım. Bu kör olası sucuk kaç gündür gözümde tütüyo,en son bizim adam ölmeden getirmiş, aha şu ocakta sacın üzerinde pişirmiştim,dedi.

Yere çömelmiş, çıplak ayaklarını benden gizliyordu. Zayıf ayaklarının üzerindeki damarların belirgin şekilde çıktığını gördüm ve içim yandı. Biraz sohbetten sonra; canının ne isterse bana haber göndermesini söyledim ve okula döndüm.

Ramazan ayının başlarıydı:Öğretmen arkadaşlarımla beraber pazardan paketler hazırlattık mahalledeki kimsesiz ve yaşlıları ziyarete çıktık. Hem erzak paketlerini veriyor, hem de hal ahtır soruyorduk. Fadik Nine'nin evine geldiğimizde kapıyı çaldık, açan olmadı. Komşusuna sorduk;

-Bir yere gitmedi, zaten kızları burada değil, götürseler haberimiz olurdu, dediler.

Telaşlanmıştık, kapıyı tekrar çaldığımızda içeriden iniltilerin geldiğini duyduk. Kapıyı hafif itelediğimde açılıverdi. Kapının açılmasıyla içeriden gelen koku anlatılamayacak kadar berbat bir kokuydu. Geri çekildim ama göz ucuyla yerde yatan birisini görmüştüm. Elimle burnumu tıkayarak içeri girdiğimde korkunç bir manzarayla karşı karşıyaydım: Fadik Nine yarı çıplak, saçları dağınık, orta yerde yatıyor, hırıltı halinde bir sesle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Bayan öğretmen arkadaşlar kendisini yerde serili yatağın üzerine çektiler. Kokudan durulacak gibi değildi. Ama Fadik Nine'nin durumu bize bu kokuyu unutturmuştu.

Etrafa göz gezdirdim; yerde birkaç kirli tabak, kurumuş ekmek kırıntıları gördüm. Teneke soba yanmıyordu. Hemen komşulara koşarak odun getirdim teneke sobayı yaktım. Kız öğrenciler etrafı temizlemişler, bayan öğretmenler okulda yaptıkları sıcak çorbayı Fadik Nine'ye içirmişlerdi. Yavaş yavaş kendine gelen Fadik Nine Bir yandan bize dualar ediyor, bir yandan da el yordamıyla etrafında baş örtüsünü arıyor, bana hitaben;

-Öğretmen oğluuum sana da mahcup oldum, diyordu.

Sobada su ısınmıştı, komşulardan temiz iç çamaşırı ve giysiler getirdim. Bayan öğretmenlerin "banyo yaptırma" teklifini kabul etmemiş,

-Beni kızlar yıkasın, diyerek beşinci sınıf kızlarının kendisini yıkamalarını istemişti.

Öyle de yaptık. Kız öğrenciler plastik leğende yıkadıkları yaşlı kadına temiz giysileri giydirmişler, sırtından çıkanları da sobada yakmışlardı.

Sobasını kömürle doldurduk, çay demledik, kalan yemekleri bir tepside yakınına koyduk, evinin yakınındaki bir öğrenci velisini "gece yoklaması" için görevlendirdik ve oradan ayrıldık.

Ertesi gün Aksaray'dan yeni yatak, battaniye, giysiler ve yiyecek alarak döndüm. Eski yatağını da ateşe verdik. Bazen bayan öğretmenler, bazen de kız öğrenciler giderek yemek, çay hazırlıyorlardı.

Bu arada mahalle muhtarını durumdan haberdar ettim.Muhtar kızlarını aramış. Bir sabah okula geldiğimde Fadik Nine'nin evinin önünde bir hareketlenme gördüm. İçim cız etti, öldüğünü zannettim. Koşarak eve doğru tırmandım. Muhtar ve tanımadığım insanlar vardı. Muhtara;

-Ne oldu? dediğimde, Muhtar;

-Bunlar Fadik Nine'nin kızı, Fadik Nine'yi götürecekler, dedi.

İçeri girdim. Başını öne eğmiş, bir çocuk gibi ağlıyordu. Beni görünce kafasını kaldırdı, iki elinin üstüyle gözlerini sildi.

-Öğretmen oğlum, ben gidiyorum bir daha seni görememhakkını helal et,dedi.

bu esnada sırtını dayadığı yastığın arkasından bir poşet çıkardı;

-Sana verecek bir şeyim yok, al bunu benim yadigarım olsun sana, diyerek elime poşeti tutuşturdu.

Helalleşerek yanından ayrıldım. Okula geldim, poşeti açtığımda içinden, yarısı kullanılmış plastik bir şişede "gül suyu"çıktı. Duygulandım, gözlerim yaşarmıştı...

Aradan fazla geçmedi. Bir sabah okula geldiğimde öğrencilerim;

-Öğretmenim Fadik Nine ölmüş dediler.

Onlar da çok üzülmüşlerdi. Kızların hepsi ağlıyordu. Kendimi tutamadım, boş lojmana gittim, sesimi tutamadım, dakikalarca ağladım.

Bu ağıdım:Anamaydı... Ebemeydi... Ninemeydi.. Bacılarımaydı... Bütün ANADOLU KADINLARINAYDI...                                                                                             

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Cerdoğlu Arşivi