Fatih Uslu

Fatih Uslu

Ak horaz

Ak horaz

 

Bir de tavuklarımızın içinde beyaz yeleli, kızıl bir horozumuz vardı. Biz ona ‘Ak Horaz’ derdik.

Torosların deniz melteminin estiği yamaçlarda davarlarını otlatan Yörükler, horozlarının dövüşmesi ile avunur ve övünürlerdi.

Ak Horaz, diyarda nam salmıştı.

Onu yenmek için özel İngiliz horozları getirilir ve onunla dövüştürmek için bize çeşitli hediyeler teklif edilirdi.

Tahtacı Musa bu kez kararlıydı, onun getirdiği horoz, Ak Horaz’ı yenecekti. Aksi halde bir daha horoz dövüştürme işi yapmayacaktı.

Biz, horoz dövüşüne ‘hayvanların canı yanıyor’ diye sıcak bakmasak da, o kadar ısrara daha fazla dayanamayarak dövüşü kabul etmek zorunda kaldık.

 Sonuç yine değişmedi ve Ak Horaz kısa sürede paçavraya çevirdi rakibini.

O günden sonra Tahtacı Musa horoz dövüşünü bıraktı.

Bölgede “alıcı kuşu” olarak bilinen atmaca, büyük tehlike oluşturuyordu Ak Horaz için. Zira hemen hemen her gün köyden birinin tavuğunu kapıp, kaçıyordu.

İyi dadanmıştı tavuklara.

Bizim tavuklar atmacayı gördüğü zaman hiç vakit kaybetmeden tüneklerine kaçıyor ve alıcı kuşunun pençesinden kurtuluyorlardı.

Tavukların gıdaklama sesleri gecenin sessizliğini bozmuştu. Tavuk tüneklerinden çıkan gıdaklama seslerine doğru ala uykulu yatağından fırlayan babam, tüneğe gidip eve döndüğünde “Tilki, Ak Horaz’ı götürmüş.” dedi. Hiç kimseden ses çıkmadı.

Susmak, en büyük haykırıştı o an.

Ben, kuşlara kurduğum kapanlarda büyük bir başarı elde etmiş ve kuşları dize getirmiştim. “Sıra bu kez tilki ile mücadelede.” dedim içimden.

Domuz tuzağını kurmayı biliyordum; fakat o çok tehlikeli bir tuzak olduğundan ilkokul üçe giden bir çocuğun tek başına üstesinden gelebileceği bir şey değildi.

Tehlikesi çok büyüktü, yanlışlıkla çobanlardan birisinin ya da zavallı bir orman işçisinin ayağını kırıp sakat bırakabilirdi.

Hayır, bunu yapamazdım.

Ama başka çare bulamazsam, yapmayı göze alabilirdim. Neye mal olacağı umurumda bile değildi, Ak Horaz’ımı kaçıran tilkiyi mutlaka yakalamalıydım. Yöreyi iyi bilen çobanlardan edindiğim bilgiler ışığında, tilkinin yatağının Ilıca Köyü yakınlarındaki Karamancılar Boğazı’nın mezarlıktan yana bakan yamacında olduğu haberine ulaştım.

Önce okul dönüşü oraya gidip tilkinin yatağının nasıl bir yer olduğuna baktım. İçinde o an için tilki yoktu, ama geceleyin orada kaldığının izleri barizdi, daha ayaklarının izi bile silinmemişti.

Tilki yatağı, iki üç metre derinliğinde, yetmiş seksen santim genişliğinde bir delikten ibaretti. Aklıma bir fikir geldi, drink diye açıldı gözlerim.

Yatağın ağzı oldukça dar olduğundan, tilki mutlaka o delikten geçecekti.

Kıs kıs gülüyordum.

Mevsim bahar olduğundan olsa gerek ki, etrafta birçok araba lastiği yanığı vardı. Yani bol miktarda lastik teli...

Planım hazırdı.

Telin ucuna küçük bir halka yapıp, o halkadan telin diğer ucunu geçirdikten sonra onu çember haline getirip, tilkinin yatağının ağzına yerleştirmiş ve ucunu da sağlam bir şekilde yatağın ağzındaki ağaca bağladım. Çember biçimindeki telin içinden bir şey geçince, tıpkı idamda kullanılan yağlı urgan gibi sıkışacak ve tilki oracıkta kıstırılmış olacaktı.

Aradan iki gün geçmiş, planım tutmuş ve tilki tele sıkışmıştı.

“Acemi avcının tüfeği öldürmezmiş.” derler, bizimki de o biçim bir iş oldu ve tilki telin ucunda bir tutam tüy bırakarak kaçmayı başarmıştı.

Tilkinin tuzaktan nasıl kurtulup kaçtığını bilmesek de, en azından bir daha o bölgede tavuk araklama cesaretini gösteremeyeceğini biliyorduk. Muhtemelen bölgeyi terk etmişti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Fatih Uslu Arşivi