BAŞBAKAN'I ANLAMAK
Zira son altmış yıllık demokrasi sürecimizin ancak dörtte biri 'istikrar'lı olmuştur. Bunuda iki parti Anavatan Partisi ve Akparti paylaşmıştır.
1980 darbesinin belli olan eğilimine rağmen halk 1983 yılında Anavatan Partisi etrafında kenetlenmesini bilmiş, seçim meydanları kan ve kavga yerine çoşku ve şölen havasına bürünmüştür. 'Zenger' patentli ilk defa kullanılan özel miting otobüslerinin üzerinde konuşan Özal'ı izleyen halkın kalabalığı tarihe geçmiştir.
Özal, partisinin misyonunu hep demokrasi merkezli dört eğilimden söz ederek 'merkez liberal sağ parti' olarak tanımlardı. Ve partisinin misyonu gereği halkın karşında da 'hoşgörü'sünü sıkça yansıtırdı. Örneğin sanatçılarla birlikte şarkı söyler, kendini taklit edenlere katılır, show programlarına çıkar, aile görüntüsünü öne çıkarır, resmi protoklü 'statüko' olarak görürdü. Teknoloji ile yakınlığı herkesce bilinen Özal'ın kısaca bir başbakan olarak halkın önderliğini en iyi biçimde yapmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Darbenin siyasi yasaklıları, Anavatan partisinin muhalifliğine rağmen meclise sunulması engellenmemiş, halkoylaması yoluyla bu yasaklar kaldırılmıştır. Ne varki ülke siyasetinde hoşgörü kültürünün dirençli olmayışı yasaklardan kurtulan eski siyasilerden Süleyman Demirel'in Özal'ı ölümünden kısa bir süre önce yüce divan'a sevk etme hazırlığı içinde olduğunu eski maliye bakanı Ekrem Pakdemirli'nin beyanı onaylamıştır.
2002 yılında tek başına iktidar olan AKPARTİ ve genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, her ne kadar herkesi kucaklayan bir yelpaze öngörmüşsede Özal dan farklı bir siyaset yöntemi kullanmaktadır. 10 yıla yaklaşılan iktidarlık döneminde Başbakan henüz bir tartışma proğramına katılmamış, topluma bir 'aile' fotoğrafı sunmamış, hiç bir tatilinde görüntüler alınmamış, sanatçılarla yemekli toplantılar dışında mahkemelerde buluşur olmuştur. Diğer taraftan izlenen siyasi yöntemde ise ilk başlardaki baş döndüren AB maratonun aksine son yıllarda bir Ortadoğu projesi öne çıkarılmaya çalışılmıştır. Eksen kayması olarak da adlandırılan bu durum Türk dış politikasının sürekliliği adına şaşırtıcı bir durumdur. Eğitim bakanlığında 10 yılda taşlar yerine oturamamıştır. Anavatan partisinin Avni Akyol dönemi gibi etkin bir eğitim politikası üretilememiş LİMME projesi gibi bir uygulama hayata geçirelememiştir. Seçim meydanlarında öğrencilere sunulan tablet bilgisayarların programları henüz hazırlanıp yüklenememiştir.
sağlık sisteminde özellikle ilk yardım servisi hızla iflas etmektedir. Hayat kurtaran ilk yardım hayatlar söndürmektedir.
Mavi Marmara gemisiyle ortaya çıkarılan kriz tam anlamıyla bir bilmecedir. Gazze'ye yardım taşıyan Mavi Marmara isimli geminin uluslararası sularda İsrail tarafından geçişinin engellenmesi ve operasyon yapılması ve bu gemide 9 Türk vatandaşin göz göre göre öldürülmeleri tam bir skandaldır.
Gemi uluslararası sularda bekletilirken Türk dış işleri İsrail ile bir uzlaşma ve izin sağlayamamış aksine İsrail'in tutumunu haklı çıkaracak açıklamalar da bulunmuştur. Geminin sahibi ve organizasyon sorumlusu olarak görülen IHH ( İnsanı Yardım Vakfı) gemi kayıtının Türk devletinde olmamasına rağmen Türk hükümetinden yardım istemiş, başta başbakan olmak üzere dışişleri bakanlığı olayı bir siyasi çekişme haline getirmişlerdir. Geminin geçişe zorlanması durumunda operasyon yapılacağı uyarısına rağmen geçişe zorlanmış ve 9 Türk vatandaşı öldürülmüştür. Olayın üzerinden yaklaşık 16 ay geçmesine rağmen Türk-israil çekişmesi devam etmiş ve konuya ilişkin BM raporunun basına sızmasıyla iki ülke arasındaki ipler kopmuştur. Türkiyenin ileri sürdüğü 5 koşuldan biri olan ölenlerin ve yaralananların ailelerine tazminat durumu en kolay çözüm görünürken, İsrail in dünya kamuoyuna özür dilemesine zorlanması en zor koşul olarak durmaktadır. Bir yardım taşımakla sorumlu olduğu iddia edilen ‘Mavi Marmara’ gemisi gerek uluslararası sularda bekletilirken gerekse daha sonraki durumu nasıl siyasi bir krize dönüşmüştür? Aynı durumda Somali de Afganistan’da, Kuzey Irak’da kaçırılan vatandaşlarımız, esir tutulan gemilerimize aynı hassasiyet neden gösterilmemektedir ? One minute’ olayı ile başlayan siyasi çekişme de göstermiştir ki ‘Mavi Marmara’ gemisi ‘yardım’ gerekçesiyle İsrail’ e bir meydan okuma girişimi olmuştur. Operasyon olması için şartlar buna zorlanmıştır. Zira dünya kamuoyunun dikkatini çekmek ve İsrail’in bölge üzerindeki nüfuzunu kırmak adına bir operasyonun yapılması öngürülmüştür. One Minute ve Mavi Marmara olayı ile ortadoğuun ‘israil ‘ezberi bozulmuş ve başbakan süreci iyi yönetebilmiş bir lider olarak bölgede beklenilen ilgiye mazhar olmuştur. Öte yandan Türk devletinin resmi bir yardım kurumu KIZILAY olduğu halde bu hükümet döneminde yardım kuruluşları hızla neden çoğalmış? güçlerini ve imkanlarını nasıl artırmışlar? Deniz Feneri gibi güvenilirliliği yükek bir kuruluşun yardımları bir takım çevrelere ve AKPARTİ ye kadar nasıl uzanmıştır? Akparti’nin bu yardım kuruluşlarını sahiplenme gerekçesi bir diyet durumumudur? Bunları iyi okumak gerekir.
Ancak başbakan'ın anlamadığımız yöntemlerinden biri de komşularla sıfır sorun olarak addedilen dış politikanın ilanından bir yıl sonra çoğu komşu ülkelerinde iç isyanların başlaması, bu ülkelerin kendi ülke bayrakları yerine işgal güçlerinin bayraklarını dahi sahiplenmeleri ve hızla o ülkelerde de başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın bir lider olarak emsalsiz sevilmesi ilginç bir durumdur. Zira halkın isyan ettiği liderlerle başbakanımız düne kadar ‘dostluk’ kurmuştur.
Artık ülkemizde hergün katledilen 3-5 şehidin yadırganmadığı buna mukabil Gazze sorununu manşetlere taşınılması da bir başka anlaşılmaz durumdur. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi milletten hangi inançtan olursa olsun haksızlığa, zulme uğrayan insanlara duyarsız kalmak herşeyden önce insanlık ayıbıdır. Buna reaksiyon göstermek temel insani bir görevdir. Aynı şekilde her türlü yoksulluğa maruz kalmış insanların yanında olmak da yine insani temel görevimizdir. Ancak hergün gazetelerde sıradanlaşan şehit haberlerine, bombayla parçalanmış bedenlere duyarsız kaldığımız gibi, elleri kelepçeli beş mahkumun Van’dan İstanbul’a düşük maliyetli ve kısa zamanlı uçak seyahatini kullanmak yerine, inatla 1650 km yolu karayoluyla yaptırarak, hergün yüzlerce ocak söndüren trafik canavarının daha beterini yaşatıp cayır cayır yanmalarına sınır ötesi duyarlılığımız kadar ne den hassas olamadığımızı anlamıyorum. Hele hele dört düvelden sevilen Başbakanımızın eli bağlı insanımızın yanmalarına sebep olan ‘sistem arızası’ na dikkat çekmek yerine bir çıkar oyununun içinde yer alabilme telaşıyla, ABD nin ve AB nin petrol oyununa kurban edilmiş, Libya yaralıları ve Libya halkı ile gündem oluşturmasını hiç mi hiç anlayamıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.