Bu yazıyı ben yazsa idim

 

       Eğer bu yazıyı ben yazmış olsa idim herhalde vatan haini ilan edilir bir numaralı irticacı olurdum. Bu yazıyı okuyan Atatürk’ü kimseye vermeyen Atatürkçüler Ardınç’a ne diyecekler çok merak ettim. Hele üç gün önce bir yazısı vardı ölüm saatini ve zamanını değiştirdiniz diye Atatürkçülere çıkışıyordu. Ben fazla sözü uzatmadan 11 Kasım 2012 Pazar günkü yazısını hiç değiştirmeden sizlerle paylaşıyorum yorum sizin:

      “Kurtuluş savaşımızı “kimin” başlattığı epeyce tartışılmıştır, Mustafa Kemal Paşa mı, Kazım Karabekir Paşa mı, yoksa “ başıbozuk paşası” Çerkez Etem Bey mi? İlk kurşunu da kim atmıştır, Hasan Tahsin mi bir başkası mı?

       Bunlar magazin tartışmalarıdır, milli bayramlarda ve 10 Kasım gibi günler de artık yazacak bir şey bulamayan Babıâli’nin kaldırıp koyduğu temcit pilavı kazanları. ( başka bir şey duymayınca Atatürk’ün eprimiş terliklerinin resmini çekip bastılar, bunu bile yaptılar.)

      Kim başlattığı değil, kimin derleyip toparladığı, kimin yönettiği ve de tabi kimin kazandığı önemli olan. Bir başka tartışma daha var, oda çok ilginçtir.

      Kemal Paşa İstanbul’da kalsaydı, yada Samsuna gitmeseydi!..

     1918 yılının kasım ayında Suriye cephesinden Başkente döndüğünü ve 1919 yılının mayıs ayına kadar İstanbul’da olduğunu ilkokul öğrencileri bilirler. Ama bu altı ay içinde İstanbul’da neler yaptığını daha az kişi bilirler.

     Gazete çıkarmış yürütememiştir.

      Mecliste baskı gurubu oluşturmuş, söktürememiştir.

     Harbiye nazırı olmak için çok uğraşmış, başaramamıştır.

     Darbe yapmayı çok düşünmüş olmayacağını anlayınca, sonra vazgeçmiştir.

      En ateşli Kemalistler bile, onun anadoluya geçmeden önce “ İstanbul’da bütün yolları denediğini” kabul ve beyan ederler.

      Ya o dönemler tutsaydı, o yollardan biri çıksaydı ne olacaktı.

      Milli mücadele falan yok, İstanbul’da siyasi mücadele var yani...

      İttihat ve terakki kodamanları “ ermeni kırım soruşturmasından” korkup kaçtıktan sonra kurulan İzzet Paşa hükümetinden bakan olsaydı. Ne yapabilir, nereye kadar değiştirebilirdi?

       İstanbul’dan bir ayaklanma mı başlatacaktı? Padişah bunun dibinde yeni bir devlet kurma yönünde mi ilerleyecekti?

      Zaten fiilen işgal alındaki İstanbul 16 Mart 1920 de hukuken işgal edilip meclis dağılınca herhangi bir hükümette bakanlığını koruyabilirmiydi?

       Elbette hayır.

      Bir başka ilginç faktör de Sabiha Sultan meselesidir.

     Sabiha sultanla evlenmek istemiş, saray onu ret etmişti. (“ içkisi var, özel hayatı da düzensiz” diye istememişlerdir. Öte yandan Sabiha zaten Ömer Faruk efendi’yi severmiş.)

      Sabiha’ya bayıldığından değil… Bunun temelinde “ Enver gibi saraya damat olmak isteği” yatıyordu.

      Ya kabul etselerdi?

      Vahdetine damat olmuş, herhalde onun eniştesi Ferit’i silip geçecek, herhalde Başbakan olacak bir Mustafa Kemal… İzmir ve Trakya’yı Yunanistan’a kaptırmış, ahı gitmiş vahı kalmış ama yıkılmamış bir imparatorluk kalıntısı… Ama sürmekte olan bit meşruiyet ve elbette askeri bir diktatörlük…

      Ve de “ devlet şeklinde bağımsız olarak”  bazı reformlar, takvim, kılık kıyafet, soyadı falan filan… ( Batılılaşmak için Cumhuriyet şart değildir.. Tazminatın bir adım daha ileri götürülmesi yâda radikalleşmesi meşrutiyet idaresinde de mümkündü, önemli olan bu reformlara karşı çıkılmasını önlemek için bir diktaydı.)

      Böyle mi olurdu?

      Oturun tartışın işte, madem bu konulardan bıkmak bilmiyorsunuz…

       Hiç olmazsa “ Atatürk’ü sevmek ibadettir” gibi ahmakça fetvalardan iyidir.”

Bu yazı toplam 1445 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.