Mor Erkeç

 

 Davarlar da benim kokumun verdiği rahatlıkla geviş getiriyor, sessizce yatıyorlardı. Sessizliği Kır Erkeç’in çanı bozdu ve birden bire koluma bağlamış olduğum ipin beni çektiğini fark ettim. En sevdiğim övecim Sakar’ı bağlamıştım koluma. Bütün sürü gözümün içine bakıyordu. Hepsi de çaresiz, benden yardım istiyordu.

Davar sürüsü adeta yumak olmuş, tir tir titriyordu.

Şöyle üç-beş dakika bekledim ve olup biteni anlamaya çalıştım. Belki sürüye bir hırsız girmişti ya da kurt veya ayı dadanmıştı, bilemiyordum. Ama sürünün bu denli korkması büyük ihtimalle ayıdandı. Zira kurt olsa çok zeki bir şekilde sürüden bir tanesini gözüne kestirir ve çaktırmadan araklardı. Eğer davetsiz misafirimiz bir hırsız ise, canını ortalık yerde bulmamıştı sonuçta. Uyanmak için kendisine bağlanmış olduğum can dostum Sakar’dan elimi çözüp ayağa kalkmış ve dikkat kesilmiştim. Kulaklarım bütün çanları kontrol ediyor, çalan her çan, gıldırtı ya da zilde derin bir “Oh!” çekiyordum.

Evet, ama o yoktu.

Gıldırtının sesi kesilmişti, adeta kaçak bir koruda mal otlatır gibi tıkalıydı otlarla.

Bu pek hayra alamet değildi. Bu kez kaptırmıştım Mor Erkeç’imi ayıya. Hem de ayın şavkı ortalığı aydınlatırken.

Sak çoban değildim ben!

Beceriksizlikti yaptığım düpedüz.

Mor erkeç; Honamlı Yörüklerinden aldığımız davarlardan olup iri yapılı, düzgün boynuzları ve sakin hareketlerinden dolayı, sürünün liderliğini hak etmiş ve koca çanın sahibi olmuştu. Oğlaklık günlerinden belliydi onun ya iyi bir teke ya da erkeç olacağı. Aile meclisinde büyük tartışmalar olmuş sürüye teke olarak katalım diye; ama renginin mor olmasından dolayı sürüye teke olma şansını kaybetmiş ve çebiçken hayaları çekilerek önce öveç sonra da anlı şanlı, kıllı baş erkeç olmuş ve sürünün liderliğini ele almıştı.

Ayı, belki de renginin mor olmasından ve iri yapılı olmasından dolayı gözüne kestirmiş ve haklamıştı onu.

Çobanın yaşının küçük olması ve bila-silah olmasından da faydalanarak avlamıştı Mor Erkeç’imi. Halbuki küçükken babam beni onun üzerine oturtur, belimden tutup destekleyerek belli bir mesafeye kadar götürtürdü. Mor Erkeç bu durumdan hiç de şikâyet etmez, geviş getirerek ilerlerdi sakin sakin.

 Mor Erkeç’in ölüsünü görmek çok zoruma gitmişti. Yıkıla kalmıştım. Yere oturup, sabit bir noktaya bakmaya başlamıştım. Üzgündüm. Elimdeki pıynar sopası ile toprağı deşeliyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Çoban köpeğine de kızgındım, önce onu cezalandırmayı düşündüm, sonra vicdanım el vermedi, vazgeçtim. Gosdak adındaki köpeğim onca kahrımızı çekmiş, onca başarılara baş koymuştu aslında. Güneşin doğuşu ilk kez rahatsız etmişti beni. Gecenin karanlığında kaybolan kusurlarımı ortaya çıkardığı için güneşe bile kızmıştım. Mor Erkeç’imin kalan parçalarına taş kargaları (Cula’lar) üşüşmeden, yabani köpekler gelip leşi yemeye başlamadan ipine bulaşan kanların kuruması için Mor Erkeç’imin boynundaki koca çanı çıkarıp arkamda bulunan ardıç ağacına bağladım. Çok geçmeden güneşle birlikte kokunun yayılması sonucunda birçok yabani hayvan Mor Erkeç’i yemiş bitirmiş, geriye kalan kemikleri de kangal yavrusu, oynamak için oradan uzaklaştırıyordu. Gitmek istemiyordu aya­ğım kara çadıra, vermek istemiyordum kara haberi ka­ra­ya­ğız adamlara.

Evet, Mor Erkeç’imi ayıya kaptırmıştım. "Üzülecek bir şey yok, cana geleceğine mala gelsin." diyenlerle teselli olamıyordum; hıçkırıklarım boğazımda kuru incir gibi diziliyordu.

Dokuz yaşındaydım.

Bu yazı toplam 2574 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum