Ömer Lütfi Ersöz

Ömer Lütfi Ersöz

Nasıl bir gençlik?

     Geçtiğimiz günlerde, KADEM Konya Temsilciliği Gençlik Komisyonu tarafından düzenlenen “Nasıl Bir Gençlik?” konu başlıklı Söyleşinin konuğu Yazar Yusuf Kaplan Beyefendi idi.Tek kelime ile belirtmek gerekirse, Söyleşi, Mükemmeldi. Öncelikle böyle güzel bir organizeyi yaptıkları için KADEM Konya Temsilcilik Başkanı Dr. Kübra Solak Hanımefendinin şahsında emeği geçen bütün kardeşlerimize ve tuttuğu notları şahsıma gönderme zahmetinde bulunan Konya Genç Memur Sen Başkanı Sayın İbrahim Çetin’e şükranlarımı sunarım.

     Yazar Yusuf Kaplan konuşmasında gençliğin içinde bulunduğu durumdan kurtulması ve arzu edilen bir duruma gelmesi için gerekli olan reçetenin özünü şöyle aktarmıştır: “İslam medeniyeti hafızası hiçbir zaman dışarıdan çökertilememiştir. Peki bugünün gencine nasıl bir rol düşmektedir? Nasıl bir gençlik?

Müslümanlar Grek düşüncesiyle yüzleştiler, oradan beslendiler, Grek düşüncesini dönüştürmeye çalıştılar. Sadece Grek düşüncesini değil, temasa geçtikleri bütün medeniyet, kültür, ve dinleri, batılıların yaptığı gibi kökünü kazımadılar. İlk önce temasa, irtibata, iletişime geçtiler. Onların, kendi kültürlerini ve dinlerini yaşayabileceği bir zemin hazırladılar. Batılıların yaptığı gibi başka medeniyetlere hayat hakkı tanımayan bir dünya kurmadılar. Etkileşime geçtikleri düşünceleri, Vahyin filtresinden geçirerek onlardan nasıl yararlanabileceklerini gösterdiler.Kur'ân'dan süt emecek, Efendimizin Yolunu yol bilecek, başka her şeyi elinin tersiyle itecek hakikatli bir gençlik.

     İHL’ler belki yüz senemizi kurtardı ama aslolan dünyamızı kurabilmektir. Koruyucu değil kurucu bir gençlik. Biz hazıra konmayacağız. Biz bir şeyleri yeniden kuracağız.Kendinizi küçük görme hastalığından öncelikle kurtulmalısınız.İnsanların yükünü omuzlarında taşıyan kişinin adı öncü kuşaklardır. İslâm, hem fizik (âfâk) hem fizikötesi (enfüs) boyutları meczeder. İslâm medeniyetinin tarihî yolculuğu, enfüs’le / dikey eksenle, âfâk / yatay eksen arasındaki med-cezir, gidiş-geliş, akış-bakış hareketidir. Dikey eksen, çağrı’nın kurulduğu Mekke sürecine, dalga kırma dönemine; yatay eksense çağrı’nın çağ’ını kurduğu, dalga kurma dönemi  Medine sürecine denk gelir.

Batılılar, İslâm’ın insanı, hayatı, eşyayı bir bütün olarak kavrayan, kucaklayan çift yönlü işleyen, her dâim bu iki yönünün birbirine yöneldiği, birbirini varoluşa kışkırtıp varettiği medcezir hareketi karşısında duramayacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu durum; İslâm"ın dünya ile ukba arasında, fizik gerçeklikle fizikötesi gerçeklik arasında, iç ile dış dünya arasında, enfüs"le âfâk arasında, ruh’la beden arasında bir denge kurduğu anlamına gelir.Biz iç'te yolculuk yapmadığımız sürece dışa doğru, dünyaya doğru yapılan yolculuk insanı yoldan çıkarır. Bizim coğrafyamız, Batılıların sömürgeleştiremedikleri tek coğrafyadır.

     İnsanlık; hız, haz ve ayartının kıskacında tarihinin en büyük varoluşsal sorunlarından birini yaşamaktadır. İnsanın geçmiş ve gelecek zaman duygusunu iptal eden, algı kapılarını kapatan, insanı hıza, haza ve ayartıya hapseden çağ körleşmesi, bütün özgürleşme biçimlerinin ayartıcı gönüllü köleleşme taleplerine dönüştüğü ontolojik bir yok oluş sürecidir.İnsanlık, belki de ilk defa, özgürleşme’nin hız, haz ve ayartı’yla gönüllü köleleşme biçimine dönüştüğü bir yokoluş sürecine doğru hızla, hazla ve tam gaz koşturuyor!

     Bin yıldır tarihi akışı değiştiren Osmanlı’dır. Osmanlı çökmemiş, durdurulmuştur. Bunu iyi anlamamız gerekir. Hala dünya şunu iyi biliyor, Osmanlı insanlığın geleceğidir. Yüz senedir ontolojik bir yokoluş sürecindeyiz. Yüz sene önce herşeyimizi kaybettik. Ama Araplar herşeyini kaybetmediler. Dil varlığın evidir, bu ülkede yapılan en büyük tehlike dilin seküleştirilmesidir. Dilimizi yitiriyoruz ama biçimsel bir dilden bahsetmiyorum, Müslümanca düşünme biçimini kaybediyoruz. Zihnimiz Müslümanca işlemiyor. Dilimizi yitirdiğimiz için durduğumuz yeri de yitirdik. Halbuki insanın durduğu yer, gördüğü şeyi belirler. Dolayısıyla Mekke’de inşa edilen şey dildir. Müslüman zihnidir. Ve Mekke’de çağrı kurulur. Medine ise çağrının çağını kurduğu yerdir. Medeniyet ise çağlayana dönüştüğü yerdir.  Hakikat Mekke'de hayat buluyor, yani bir Müslüman fikri, Müslüman kavrayışı, bakışı, açısı üretiyor, yer'ini belirginleştiriyor. Medine hayat oluyor. Medeniyet sürecinde de hayat sunuyor.

Çağrı çağını kuracak. Mekke Medine’sini kuracak. Çağını Kuramayan Çağrı Bizim değildir. Osmanlı’nın durdurulması ile (tarih yapan bir aktör) İslam medeniyeti ortadan kalkmıştır. Ama şunu unutmayalım ki Krallar tarih yapar, soytarılar oynar. Bil-kuvve umut, bil-kuvve fiile dönüşecek mi?Liberalizm, kapitalizmin şuh fahişesidir. Batı dünya üzerinde PORNOGRAFİK bir düzen kurmuştur. Yani ayrıntıların ayartısı üzerinden dünyada olup bitenleri konuşuyoruz. Bizi ayrıntıların içerisinde boğuyorlar, ayrıntılarla bizi bütünü görmememizi engelliyor. IŞİD bizim meselemiz değil. IŞİD’i biz üretmedik. Terör örgütleri konuşularak olayın üzeri kapatılmaya çalışılıyor. Hiç kimsenin derdi terör örgütü ile savaşmak değildir. Arka planda İslam var. Çünkü IŞİD her kapıyı açan son derece kullanışlı bir İngiliz anahtarıdır ve bütün kapıları açar. Biz sonraki yüzyıllarda tarihten çekildik. Bu IŞİD denen İngiliz anahtarı, Esed’ in kapısını açıyor, Ruslara, İranlılara, Amerikalılara kapısını açıyor, bir tane bizim kapımızı açmıyor.

Dünya bize bakıyor. Yeniden toparlanıp gelecekler mi diye. Biliyorlar ki biz geldiğimizde onlar gidecekler. Biz geleceğimizin ipuçlarını vermeye başladık.Dünya 1,5 ülke üzerinden yönetiliyor. 1---İngilizler   0,5  ----Yahudiler. İngilizler makinayı üreten insanı yetiştirdi, Yahudiler tüketen hayvan insanı. Böylelikle dünyayı şekillendiriyor. Tükettikçe özgürleştiğini düşünen bir anlayışımız var. En iyi köleler, kendini özgür zanneden kişilerdir. Özgürlük, Öz’ün gür olmasıdır.

Bir meseleniz varsa mesuliyetiniz var. İslam tarihi en zor dönemini yaşıyor. 20 yy insanlık tarihinin en karanlık tarihidir. Batılılar bütün dinlerin, müntesiplerinin ilişkisini bitirdiler. Sadece Müslümanları kazıyamadılar. Beş asır üç kıtanın kesişimini Dar-üs selama çevirdik. Tarih son 300 yıla kadar bu coğrafyadan yapıldı. Tarih merkezinde bizim olduğumuz coğrafyadan yapılıyor. Coğrafyada biz olmadığımız için bu coğrafyada farklı ülkeler tarih yapmaya çalışıyor. Dün, buradaydık tarih buradan yapılıyordu.Bugün bu boşluğu Amerikalılar, Avrupalılar  doldurmaktadırlar.

Gençleri ihmal edenler, geleceklerini imha ederler.Bir gencin derdi varsa, dersini de almış demektir. İnsanların yükünü omuzlarında taşıyan kişinin adı öncü kuşaklardır. Önümüzdeki 10 yıllık süreçte 100 yılımızı kuracak nesil inşa etmek zorundayız.

     Üç Tehlikeli Oryantalist Proje Vardır: 1- Hz. Muhammed (s.a.s)’ in konumunu sarsmak. 2- İslâm düşüncesinin Gazali ile bittiği masalını yaymak. 3- Osmanlı’yı unutturmaktır. Maalesef ikinci ve üçüncü maddelerde belirtilen hususlarda başarılı oldular. Son çeyrek asırdır, adım, adım birinci projeyi hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Batılılar, Hz. Peygamber'i (s.a.s.) deve dışı bırakmayı başardıklarında dinin kısa devre yapacağını kendi Protestanlık tarihlerinden çok iyi biliyorlar.0 yüzden, Hz. Peygamber'in konumunu sarsmaya, bunun için de hadisleri tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Sonra, sıra Kur'ân'a gelecek. Bu nedenle, peygamberimize saldırıyorlar.
Tarihte karşılaştığımız en büyük saldırı bu! 0 yüzden müteyakkız olmak zorundayız.

     İki yüz yıldır yaşadığımız, bugün iliklerimize kadar hissettiğimiz, İslâm dünyasının paramparça olmasıyla sonuçlanan ikinci büyük medeniyet krizini nasıl aşabileceğimizin şifreleri, Fatih'le muhkemleştirilen, Yavuz'la sistemleştirilen Ehl-i Sünnet Omurga'nın yeniden hayata ve harekete geçirilmesinde gizlidir.
Fatih'le muhkemleştirilen Ehl-i Sünnet omurganın iki ana ekseni vardı: İlim ve irfan. Fatih, Sahn-ı Seman medreselerini kurarken bir tarafa medrese, medresenin tam karşısına da tekke'yi kurmuştu!Biz lokal cümleler kuramayız, kitabın hitabı evrenseldir.İnsanların yükünü omuzlarında taşıyan ve hisseden kişinin adı öncü kuşaklardır

Modernleşme süreciyle birlikte medeniyet krizi yaşadık. Tarihte Müslümanlar ikinci büyük krizlerini yaşıyorlar. Birincisi 13-14. YY’da Bağdat’ın düşüşü, Kurtuba’nın düşüşü ardından Moğol ve Haçlı Seferleriyle yaşandı. Fetihle bu kriz aşıldı. Biz İstanbul’un fethini böyle anlamalıyız. Yaşanan bu birinci kriz, siyasi bir krizdir ve daha kolay aşılabilir. Çünkü siyaset kurucu bir kaynak değil koruyucu bir barınaktır. Siyaset hayatın bütününü kuşatamaz. Birinci krizi İstanbul’un fethiyle aştık. Fikri Fetret Dönemimizi aşmak zorundayız. İkinci kriz ise medeniyet krizidir. Batılıların dünya üzerinde kurdukları hegomanyanın ürünü olarak gelişti. Bu ikinci kriz Müslümanların tarihte yaşadığı ilk fikrî fetret dönemidir. Fetret dönemi temellerle olan irtibatın kopmasıdır. Müslüman zihni çöktü, gökkubbe çöktü. Müslüman dünyası dağıldı. 200 yıldır yaşadığımız medeniyet krizi birincisi ile karşılaştırılamayacak kadar derinliklidir.

İlim ve bilim diyoruz, bunlar aynı şeyler değildir. Biz bunların ne olduğunu bilmiyoruz. Bilim hakikati teslim alma çabasıdır. İlim ise hakikate teslim olma çabasıdır. Maalesef batılılar bilim yapıyor, yapılan ürün insanı kuşatıyor insanı hakikatten uzaklaştırıyor. Oysa ilim, hatırlama eylemi, bilimse unutma eylemi’ dir. İlim, kişinin kendini bilmesiyle, keşif yolculuğuna; kendini ve her şeyi hatırlamasıyla... Bilimse, kişinin kendini yitirmesiyle başlar. Yani; Heidegger’in yerinde tarifiyle, kendini her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükselterek, bitirmesiyle, kendini ve her şeyi unutmasıyla…

     City anlamındaki şehir ile Medine anlamındaki şehir bir değildir. Medine’lere Medeniyet ekmek zorundayız.Peygambersiz bir din, din olmaktan çıkar. Sonra dine uyacağımıza, dini kendimize uydururuz. Yaşadığımız İslam ile gerçek İslam arasındaki farkı düşünürsek ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Arnold Toynbee, üç yüz yıl içinde insanlık tarihinde geliştirilen 26 medeniyetten 26’ sını fiilen yok ettik, 9’unu ise fosilleştirdik.

     Büyük tarihçi Fernand Braudel, toplumların hayatındaki en uzun ömürlü şey, kollektif hafızadır.Bireyler ölür ama toplumların hafızları zamana direnir: Kuşaktan kuşağa aktarılır ve toplumların tarihteki yürüyüşlerinde onlara ışık tutar.Devletler de ölür ama toplumların, medeniyetlerin kollektif hafızaları, genetik kültürel kodlarına dönüşür ve yüzlerce, hatta binlerce yıl, toplumların ruh köklerini besler, geleceğin tohumlarını eker, gelecek kuşaklar, bu tohumları kollektif hafızalarının canlılığı oranında meyveye durdururlar.

İslâm dünyasının mazlum ve masum halkları, zamana direnen kollektif hafızanın canlılığından ötürü, Selçuklu ve Osmanlı medeniyet tecrübelerinin, bin yıldır İslâm dünyasının tarihinin şekillenmesinde üstlendikleri kurucu ve koruyucu rolü çok iyi bilirler.

     Günümüzde maalesef, hormonlu Müslüman, geniyle oynanan Müslüman ve genetiği ile oynanmaya çalışılan İslam vardır. Kafamızın karışık olması gerekir. Yolculuğumuz önce dert sahibi olmaktır. Bu derdin ne olduğunu bilip sonra dersimizi almamız lazım.  Ancak bizim gibi düşünmeyen insanları dışlamak yerine, dertlerini öğrenip derslerini vermek gerekir.

Derdi olan dersini alır. Derdini vermeliyiz ki, dersini alsın. Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur. Hakikat hakkedene lütfedilir. Çilesini çekmeyene hakikat lütfedilmez. Yüz yıldır çile çekiyoruz. Elbet bu hakikat bize lütfedilecek.

Konuşlandığınız yer konuşmanızın içeriğini, dilini, yerini ve yönünü tayin eder. Durduğunuz yer gördüğünüz yeri belirler. Durduğunuz yer Kur’an’ın işaret ettiği yer değilse, götüreceğiniz yer İslam’ın bizden istediği yer olmayacaktır. Pergel doğru yerde açılmazsa doğru çemberi çizemezsiniz.  Çağı tanımazsanız, tanımlanırsınız.

Abbasi sarayına köle olarak girdik, efendi olarak çıktık. Moğollar Selçuklu’yu sildi, Osmanlı olarak doğdu.Bugün düşünce, hâlâ Avrupa'da üretiliyor, Amerika'da öğretiliyor, bütün dünyada da tüketiliyor. Batı'da düşüncenin esas itibariyle Avrupa'da üretiliyor olmasının nedeni, modern Batı uygarlığının fikir, sanat ve hayat-dünyasının köklerinin ve dinamiklerinin Avrupa'da geliştirilmiş olması. Amerika'da düşünce üretilmiyor. Tarihî derinliği, felsefî gelenekleri, özgün kültürel dinamikleri ve müzikalitesi olmayan bir yerde, elbette ki, düşünce üretilemez.

İslam'ın hakikat tasavvuru denince, ilmel yakîn+ aynel yakîn,=hakkal yakîn denilen bu üç süreci anlıyoruz. Sünnet-i Seniyye'de Hazreti Peygamber'in akvali (sözleri), epistemolojik, ilmel yakîn ef'ali (fiileri) fenomenolojik ve aynel yakîn ontolojik olarak anlayabiliriz.

     Allah İnancını yitiren insan, o andan itibaren herkesi ilâhlaştırır. O yüzden kulluk, elçilikten önce gelir. Abdühü ve Rasülühü.  Önce kulluk. Kulluk makamı en yüce makamdır. Çağ körleşmesine ve köleleşmesine karşı esaslı bir diriliş hamlesi başlatmamız gerekiyor. Ama önce çağı değiştirecek bir potansiyel olması gerekir.

     Dünya, İslâm'a gebe. 500 yılda bütün medeniyetlerin kökünü kazıdılar. Dünya tarihini durdurdular.O yüzden eğer biz sorumluluğumuzu yerine getiremezsek, insanlığın eşiğinden geçtiği yokoluş sürecinin hesabı da bizden sorulur.

Büyük düşünür Heidegger: ‘Kamera, izleyiciye yöneltilmiş silahtır.’  demiştir. Küresel sistem, medya üzerinden İslam'la savaşıyor! Zokayı yutma!Fikir gücün peşinde koşturmaz, o zaman hakikatten eser kalmaz” diyerek sözlerini tamamlamıştır.

     Bu vesile ile Yazar Yusuf Kaplan Beyefendiye, Konya Kadem Temsilcilik Başkanı Dr. Kübra Solak hanımefendinin şahsında emeği geçenleri tebrik eder, başarılı ve güzel hizmetlerinin devamını dilerim.

Bu yazı toplam 1749 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.