Nerede Oturursan Otur, Dürüst Olacaksın

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar devlet içerisinde yaşanan yolsuzluklar, soygunlar ve vurgunlar ne yazık ki hep gündemde olmuştur. Geçmişte hayali ihracatlar nedeniyle araştırma komisyonları kurulmuş, kamu kaynaklarının nasıl heba edildiği bizzat devlet eliyle ortaya konmuştur.

Bir Müslüman için helal kazanç, en büyük zenginliktir. Haksız yollarla elde edilen servet, bu dünyada geçici bir rahatlık sunsa da; tüyü bitmemiş yetimin, garibin, fakirin hakkını gasp edenler ahirette bunun hesabını veremeyeceklerdir. Kim, hangi makamda olursa olsun; devletin malına el uzatan, aslında milyonların hakkını çalmaktadır.

“Devletin malı deniz, yemeyen keriz” anlayışıyla hareket edenler, bugüne kadar bu haksız kazançları yanlarında götürebilmiş değildir. Götüremeyeceklerdir de. Mahşer günü geldiğinde, asıl kimin zararda olduğunu acı bir şekilde anlayacaklardır. Çünkü huzur, haramla değil; helalle kazanılır.

Kimseye muhtaç olmadan, kıt kanaat geçinen bir Müslüman, aslında dünyanın en bahtiyar insanıdır. Şahsım adına söyleyebilirim ki; hiçbir zaman haksız kazancın peşinde olmadım, devleti dolandırmayı aklımdan dahi geçirmedim. Çünkü bu işin yalnızca bu dünyası yoktur; bir de ahiret hesabı vardır. İnsanları kandırabilirsiniz ama Yüce Allah’ı kandırmanız mümkün değildir.

“Buradan devleti nasıl dolandırırız?” diye düşünenler bu yanlıştan bir an önce vazgeçmelidir. “Ben ölürsem çocuklarım rahat etsin” diyerek harama yönelenler de şunu bilmelidir: Haramla büyüyen servet, geride kalanlara huzur değil; çoğu zaman dert ve utanç bırakır. Haram ve haksız kazanç, bugüne kadar kimseye fayda sağlamamıştır, bundan sonra da sağlamayacaktır. Hangi siyasi görüşten, hangi makamdan olursa olsun; herkes oturduğu koltuğun hakkını vermekle yükümlüdür.

Makam ve mevki sahibi olanlar, bu konuda çok daha dikkatli olmalıdır. Devlet imkânlarını yakınlarına kullananlar için tarih, ibretlik örneklerle doludur. Bu noktada Hz. Ömer’in adaleti, her çağ için ders niteliğindedir.

Hz. Ömer, hicret eden sahabelere büyük değer verir; ağır şartlar altında yurtlarını terk ettikleri için onlara yüksek maaşlar bağlardı. Buna rağmen, kendi oğlu Abdullah’a, hicrette küçük yaşta ailesiyle birlikte olduğu için daha az pay ayırmıştı. Yine Peygamber Efendimiz’in azatlısı Zeyd bin Hârise’nin oğlu Üsâme’ye, kendi oğlundan daha fazla tahsisat vermişti.

Oğlu Abdullah bunun sebebini sorduğunda Hz. Ömer şu cevabı vermişti:
“Resûlullah, Üsâme’nin babasını senin babandan daha çok severdi. Üsâme’ye de senden daha fazla muhabbet beslerdi. Ben de Resûlullah’ın sevdiğini, kendi sevdiğime tercih ettim.”

Bu tavır; hem adaletin, hem tevazunun, hem de Allah korkusunun zirvesidir. Hz. Ömer, ne Allah katında ne de insanlar nazarında oğlunu kayıran bir baba olarak anılmak istememiştir. Böylece hem dinini hem de şeref ve haysiyetini korumuştur.

Sonuç olarak; insan nerede oturursa otursun, hangi makamda bulunursa bulunsun dürüst olmak zorundadır. Dürüstlük, sadece bir erdem değil; kul olmanın, Müslüman olmanın ve insan kalmanın gereğidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erdoğan Kaya Arşivi