Ömer Lütfi Ersöz

Ömer Lütfi Ersöz

Herşeyimizi Allah’tan istemeliyiz. O ne güzel vekildir

     Her şeyimizi Allah’tan (c.c.) istemeli, O’nun rızasını kazanmak için çalışmalı, O’nun en güzel vekil olduğu hakikatini hayatımızın merkezine almalıyız. Hiç kimseden hiçbir dünyevi beklenti içine girmeden iyiliklerimizi artırmak için çalışmalıyız. İnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydası dokunandır emri gereği her zaman iyiliklerimizi artırmak için çalışmalıyız. İnsanlarımıza o kadar yardımcı olmalıyız ki, ya kardeşim sen onunla ortak mısın ki bu kadar yardımcı oluyorsun desinler. Varsın yaptığınız iyilikleri ortakmışsınız gibi değerlendirsinler. Bizler  maddi ve manevi bütün taleplerimizi Allah’a  (c.c.) dua edip fiili ve kavli gereklerini yapıp  istemeliyiz. Aslında kulların hiç bir şey verebilme kısabilme güçleri de yoktur. Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak içim emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmalıyız. İnanan bir Mü’minin ana gayesi, davası Allah (c.c.)’a kulluk, rol model Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ümmet olmak en büyük derdi olmalıdır.

     Bir annenin kayıp evladını  aradığı gibi hizmet edeceğimiz insanları arayıp bulmalıyız. Her yaptığımız hayırlı, bereketli bütün işleri ibadet aşkıyla “Allah rızası için” yapmalıyız. Yaptığımız ve yapacağımız hizmetlerde ne kadar çok samimi içten ‘Allah razı olsun’ denilirse o denli koşturmamız artırılmalıdır. Allah (c.c.)’ın rızasını kazananlar çok büyük ikramlara mazhar olurlar. Bu dünyanın geçici hevesleri, cazibesi hiç birimizi kandırmamalı, özden uzaklaştırmamalıdır. Kardeşlerimizin dertleri ile dertleneceğiz. Başkasının derdinden biz hüzünleneceğiz. Başkalarının derdiyle uğraşmaktan kendi derdimize vakit bulamayacağız. Birde bakacağız ki bizim dertlerimizde kolayca çözülüvermiş. Allah (c.c.)’ın rızasını kazanıp ölürsek, ölümden sonrası içinde günahlarımızın bağışlanıp cennetlerde ikramlara gark olup güzelliklere, nimetlere nail olacağımız hususunda müjdeler bulunmaktadır. Allah (c.c.)’ın rızasını gözetip iş yapanlar, rızaya mazhar olurlar. Allah rızası için yapılmayan hiç bir ibadet kabul olmaz. Bütün ibadetlerimizi Allah rızası için yaparak, dünyevi ve uhrevi gerçek huzur ve kurtuluşa erişebiliriz. Namaz, Oruç gibi bedeni, Zekât, Sadaka gibi mali, Hac gibi hem bedeni ve hem de mali ibadetlerimizi, Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak için yaparsak sevaba nail oluruz. Gösteriş ve riya amaçlı yapılan ibadetlerin, hiçbir faydası olmayacağı gibi, kişinin günaha girmesi de kaçınılmaz olacaktır. Helaller dairesinde bir hayat yaşayıp haramlardan da uzak durmalı, rızkımızın hayırlı, bereketli olmasını da Rabbimizden istemeliyiz.

     Allah (c.c.) için sevip, Allah için buğzetmek, Müslümanın en önemli ölçüsüdür. Âyet-i Kerimelerde:               “... (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” (Bakara Sûresi âyet:177)  “İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” (Bakara Suresi âyet:207 “Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir.”   ( Maide Sûresi âyet:16)  “Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır." (Ra’d Sûresi âyet:22) “…Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!  dediler” (Ali İmran Sûresi âyet: 173)

     Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), her konuda olduğu gibi bu hususta da en güzel örnek olmuştur. Bize düşen görev Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.s.) tabi olmaktır. Bizler Mü’minler Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) gibi sadece Allah (c.c.)’a kulluk edip her şeyimizi ondan istemeliyiz.

     Konumuzla ilgili olarak çok beğendiğim etkileyici Bilal ’in iş’e girme hikâyeni aktarmak istiyorum:  “Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim şehre gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu şehre ilk kez gediyorduk. Ne biz kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi.
Arkadaşlarla kanaatimiz aynıydı, hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes, maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli olmalıydık. Şehre ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle; ‘Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!’ dedi.

     Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi. Sordum:
Sen kimsin? Adın ne? ‘Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum.’ Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım. Ne iş yapıyorsun Bilal? Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı: ‘Şimdi işim yok; ama İnşAllah yakında işe gireceğim’ O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,
Nasıl olacak o, Bilal? dedim. Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle: ‘Üç gün sonra’ dedi, ‘ … Müdürlüğü’nde sınavla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek İnşAllah!’ demez mi? Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi. Peki, Bilal dedim, Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin? Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi: ‘Bir yetimin referansı kim olur? Benim referansım Allah. O ne güzel vekildir. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Allah hiç yetimin duasını geri çevirir mi?’ Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.

     Bilal, baban yok mu? ‘Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni’. Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu. Askerliğini yaptın mı Bilal? ‘Yaptım ya, hem de çavuş olarak’. Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti. Evli misin Bilal? Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; ‘He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşAllah, işe girer girmez düğünümü yapacağım’.
Yine o kadar kesin konuşuyordu ki! Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin! Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:
‘Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?’ Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah (c.c.) bizi kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.
Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Sormaya devam ettim, içim titreyerek: Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki? Başını salladı ve ‘doğru’ diyerek ekledi;

‘Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde Müslüman’ değil, hakiki Mü’min. ‘Bu zamanda namazında niyazında damat zor bulunur, hem rızkı veren Allah'tır’ dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir.’ Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek. ‘Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini söyler.’ Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti. Bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık! Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti? Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.
Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum; Bilal, bizi tanımadın mı? ‘Tanıdım’.
Peki, ne diyeceksin şimdi? Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah makamında hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve ‘Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım’ dedi. Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;
‘Ne olur, izin verin çıkayım’ dedi. Peki, Bilal dedik, Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!
Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de, O’ndan başkasından isteyenler helâk oldular. Her şeyimizi Allah’tan istersek  Allah (c.c.) samimi yapılan gereklerini yerine getirdiğimiz duaları kabul edip bütün dünyayı Bilal lere hizmetçi yapar, bizi yaptığı gibi…

     Her şeyimizi Allah’tan (c.c.) isteyen, O ne güzel vekildir diyerek samimiyetimizde sadakat gösterip kulluğumuzun gereklerini yapan güzel ahlâk sahibi olarak yaşayan Mü’minlerden olmamız duası ile sıhhat ve afiyetler dilerim.

 

 

Bu yazı toplam 2932 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.