İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

İNSAN OLMAYA GİTTİM; PATLAMA, GELİYORUM! (2)

İNSAN OLMAYA GİTTİM; PATLAMA, GELİYORUM! (2)

Bu soruya bir nurlu adam zamanında, ‘’Olanca varlığınızı vermeyi kabul ettiğiniz gibi, üstüne ileride sizin olacak olanları da, kendilerine vermeyi vaad edersiniz! ‘’ diye yazıyordu.

Eder misiniz?

Şahsen, ben ederim!

İnanın, acıdan haykırmakta olduğunuz an düşündüğünüz tek şey, bu alemi yaratan bir Tanrı varsa eğer, neden o an sizin yanınızda değil, neden siz böyle haykırmakta iken, o sessiz, benim için tüm yapabildikleri bu mudur? Bana güzel bir şeyler de ayırmamış mıdır, bu yolculukta? Hepsi, her şey, üst üste mi gelip duracak? Her zelzele benim için mi, her yangın benim dallarıma, her vurgun benim kapıma, her ölüm bana mı değecek? Sorunun bini bir para! Evet, çok ucuz!

Kendinizi sorgular durursunuz. Bitmez bu karanlık. Camları bile olmayan bir odanın içerisinde, ses duymaz, ışık görmez, insan bilmezsinizdir, o haldeyken. Ve devam ediyorsunuz: ‘’Tanrım, bana yardım et! Bana merhamet et! Beni sahipsiz…Beni kimsesiz…Bana!’’

Ya da, ağzınızdan çıkan her söz Davud’un ilahileri gibi: ‘’Sana seslenince yanıtla beni, Ey Adil Tanrım! Ferahlat beni, sıkıntıya düştüğümde, Lütuf et bana, kulak ver duama!’’ ( 1.kitap, 4/1 Mezmur )

İşte o ambulanstaki sedyeye uzanmış ‘’Ki’’, yara bere, çizikler, kesikler içerisinde, bir hastaneden bir başka hastaneye nakil edilmekte dediğim o bedenim, bilahare ruhum ve aklım, ömrünce bulamadı hastanesini. Hala yollardayım, hala sedyede ‘’Ki’’, hala acılar içinde kıvranmakta.

Üstelik ilk mola yerinde, yanı başımdaki bakıcıdan da oldum. Bu yolculuğun, insanlar için çok uzun ve katlanılmaz derecede karanlık, karmaşık, yorucu olduğunu, planlayan haricinde, başka da kimseye eğlenceli gelemeyeceğini, bu yüzden yanımda kalamayacağını, kalamayacak kadar yola hazırlıksız olduğunu söyleyerek, ayrıldı başucumdan.

Sadece ‘’Ki’’, yani ben! Yani siz! Ve sadece şoför! Evet, ambulansı kullanan o şoför ve sadece ben (Ki) varım artık bu hayatta, kendi hayatımda, kendi yolculuğumda. Bana miras verilmiş bir havuz yahut deniz gibi içinde yüzmekteyken, sadece benim sandığım, ‘’Hayatımda!’’. Benim diye sözünü edebildiğim bu ömrümde. Benim günlerimde. Benim yaşantımda. Benim soluklarımda. Benim hayallerimde. Benim arzularımda. Benim…

Bu saydıklarımdan hangisi sizi etkiledi, düşündürdü, durdurdu bir saniye de olsa? Fark ettiniz mi ey okur?

Buna dair maksadım ne midir? Acaba nasıl söylersem kulağınızda kalır bahse konu o öğüdüm? Hangi sihirli cümleyle aklınıza bir ayrık otu gibi yerleşebilirim, yerleştirebilirim fikrimi? Daha çok dönüp bakasınız diyedir bu, şu an yaşamakta olduğunuz kendi hayatlarınıza. Kendi aynalarınıza. Kendi yalnızlıklarınıza, kendi yaşamakta olduğunuz anlara!

Şöyle mi sesleniyorsunuz şimdi acaba, siz de? Benim başımdan geçenler de… Benim düşlediklerim de… Benim kazanımlarım da… Benim hedeflediklerim de… Benim düşünmediklerim de… Benim ulaşamadıklarım da… Ama benim yapacaklarım da!

Uzun düşünmenin hülasası, söyleyeyim sizlere. En başta demiştim ki, insanların bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor… Hayır, giremeden geri tepiyor, dönüp geliyor, demiştim. Evet, hayat! Yalanın daniskası olduğu, milyonlarca anlatıcının ağzından günde yüzlerce kez seslendirilen, her yerde duyduğunuz bu olağan bir Papağannâme mısrası o öğüt, aklınızdan ha bire çıkıyor. Çıkıyor ve fark edemiyorsunuz bunu. Ve ben… Bunu nasıl başarabiliyorsunuz, anlayamıyorum? Unutmayı, her şeyi oluruna bırakmayı, günleri geldiği gibi kabullenmeyi, istemediğiniz şeylere hiç aldırmamayı, göz ardı edebilmeyi, düşünmemiş gibi yapabilmeyi… Nasıl başarabiliyorsunuz, söyleyin? Nasıl alıştınız buna, böyle olmaya, böyle yaşamaya, yaşıyor gibi görünmeye?

(devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi