İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

İNSAN OLMAYA GİTTİM; HELE BİR DUR! (2)

İNSAN OLMAYA GİTTİM; HELE BİR DUR! (2)

2.DÜRDÜM REALİZMİ PİS-KOLOJİYE GELİYORUM: Bir otobüsten ‘’İşte geldik!’’ diyerek indirilmiş ve bir pazaryerine bırakılmış insanlar gibiyiz, dünyada. Kimse kimseyi tanımıyor ama tanıyacak bir gün, kimse kimseyi umursamıyor ama umursayacak bir gün, kimse kimseyi sevmiyor ama sevecek, kimse kimseyi anlamıyor ama anlayacak! Ne zaman olacak, peki bu? Bilmiyorum! Süründüğüm realizm çok pis kokuyor, açıklamıyor bunu, bana da!

Hızla koşuşturmacalara dalıyoruz, onu alıyor bunu satıyor, bir şeyler ya da birilerini arıyor buluyor, çoğu şeyi ve her şeyden çoklarını da kaybediyoruz. Günümüz gecemiz bu düsturla dolu. Ne nerden geldiğimiz hakkında, ne de bu pazaryerinin ne zaman dağılacağı hakkında, net bir bilgimiz yok. Zanların gölgesinde kelimelerle oynuyoruz! Farkında mısınız? Sadece pazardakilere uyup her şeyin yeniliğinden, eskiliğinden, şöylesi böylesi pahalılığından, eskiden böyle miydi’den dem vuruyor, pazar mallarının kalitesinden sızlanıyor, gerçek malların daha sulu ve tatlı olduğu gibi şeylerden, pazardakilerin anlayışsızlığından, kabalığından, açgözlülük ve hırslarından konuşa konuşa eritiyoruz saatlerimizi… Ömürlerimiz, avcumuzdaki üç kuruş etmez kelime mezarlığı! Kızmayın tamam, kötü söz yok! Ömürlerimiz, hepimizin ölü kelimelerinin gömüldüğü, pahalı arsalar!

Biz mi erken geldik dünyaya yoksa dünyadakiler çoktan gelip yerlerini almışlardı da, biz boş kalan yerlere mi oturmak zorunda kaldık acaba? Neye’dir bizdeki bu yılgınlık, nedir bu her şeyi bitmiş dağılmış ya da bozulmuş bağlar gibi düşleme hastalığımız, yeni günlerin kapımıza gelmesini zorlaştırmıyor mu bu?

Bence artık kendimize dönüp, kendimizi öyle çok yontmalıyız ki, bizden attığımız fazlalıklar bir çağı değiştiren, yeni bir dünya yaratan buluşlar gibi, bizi ve etrafımızdakileri ‘’Doğruların, dosdoğru yoluna’’ eriştirsin… Hep başkalarını yontmaya, değiştirmeye çabalayan şu fani dünyada, kendi kabalıklarını yontmaya didinen ben, yalnız değilimdir elbet! Etrafımız sarılmış olsa da!

Yaratılıştan bahşedilen eğitim yüzü görmemiş insan olmanın halleri, çiğ süt gibi, koklasanız bir garip, içseniz bir garip! Tahammül ede ede dikenlerle yaşamak yerine, dikenlerimi yakarak, yolarak bir kenara ayırmanın nobranlığındayım. Fazladan uzamış saçlarım gibi, fazlalığı batan çalılara dönmüş hırslarımı, kütlesi çok yer kaplayan nefret duygularımı, gönülde değil avuçta bile taşınmaz gördüğüm kıskançlık çamurunu, ben kendimden yonttum, yontuyorum, yontabilmişimdir belki de! Etrafımdaki nice insanı düşünerek! Belki de hala yolun çok, çok erken bir saatindeyim, sizlere bu afili cümleleri söylerken. Kırdığı bardakları masaya dizmiş, onları tekrar yapıştıramamanın çaresizliğinde olan bir el ile yazıyorsam, ya bu satırları? Yok, sanmam! Yaş yirmi yedi, ne çeyreği ediyor, ne yarısı, ‘’romantik tecrübe’’ dediğiniz yolun! Yola çıkmanın verdiği arayış heyecanı, bir yeri geride bırakmanın cesurluğuna dayanarak, tüm yamuk hallerimi bir durağa bırakıyorum. Kimsenin geçmeyeceği, kimsenin görmeyeceği bir durak! Farkındayım, hastalıklar da, coşkular da, ‘’kaynağına’’ yaklaşıldıkça çoğalır, yayılır. İnsan olmanın yamuk halleri, bu. Böyle diyor piskoloji! Allah bütün piskolojimin cezasını versin, aklımı karıştırıyor çünkü! Hata yapmayacakken, hata yapmama; gül ağacıyken karaçalı olmama sebep oluyor. Tam kendimi bulacağım noktada, onun zincirlerini bileklerimde hissediyorum. Buna esaret deniyor. Ama ben zaten, ölümün esiriyim. Ölüme esir olanlardan biriyim. Kaç esaret ister bu beden? Kaç kişiye mahpusluk yaparsam, özgürlük beratı verilecek bana? Bilmiyorum! Bilemiyorum!

Bildiğim sadece, tüm yamuk hallerimi, bütün psikolojilerden sıyırıp eski bir durağa bırakıyor olduğum. Eksilsin böylelikle, etrafınızdaki ahlat dikenlerinden biri. Gül dalındaki çıkıntılar batmasın kimsenin canına, zor gelmesin hiç kimseye, sayılı dünya günlerinde gül koklamak! Belki böylelikle sayemde, açlığın kıyısında ölmüşlerin adına, birçok garip mideyi aşla doldurmanın huzuru gibi bir ütopya mutluluğuna ereriz. Ömründe bir uzun yola gitmemiş köy kadınlarının gönlünden geçen denizi görme isteklerini gerçekleştirmiş gibi, sayemde hâz duyarız belki de! Görünmez olur belki, bizim yonttuğumuz kabalıklar ortadan kalkınca, Cami kapıları kilitten sıyrılır, somurtkan binalar çiçek açar, askeri binaların bahçeleri serinlikte aile çay bahçelerine döner… Ne bileyim, belki de, sayemde! Belki böylelikle, bizim nobranlığımız azalır da, etrafımızdakiler bir derin soluk alır. Birleştiriverir, dağılmış tespih tanelerini nar taneleriyle harmanlayıp, kış meyvelerini yaz meyveleriyle, kış kelebeklerini yaz kelebekleri ile… Dağ güllerini, konak çiçekleriyle… Hem bilinir ki, ‘’Kurt ya da çakal korkusu yoksa, cümle hayvan hayat zamkı Su’ya koşar, ceylanlar suya iner, kuzular, kuşlar su kenarına dolar misali, ben atarsam hoyratlığımı, insanlar için dünya bir acayip yer olur işte! Belki de! Sayemde bahar gelir, bu cennet bahçesine!

Baharı anlatmak için uzun cümleler kurmam gerekiyor şimdi, bahar, kısacık zaman diliminde gelip geçiyor olsa da, onun etkisi yaz boyu devam ediyor, karanlık kalpli insanlar üzerinde. Somurtkanlar bazı sabahlar, sırf bahardan aldığı etkiyle dilediğince mutlu veya umutlu sabahlara, somurtarak uyanıyorlar. Her şey bugün farklı olacak hissiyle doldurulmuş olarak ve öylece ilahi iyiliksever bir el sayesinde, yatağından şefkatle uyandırılmış bir şekilde kalkıyorlar, dünden tazelenen ama aslında üç gündür bayat, şu dünyaya…

Dertli olanlarda da böyledir aslında, bu söylediğim durum; çünkü birbirlerinden farkları olmayan insanları ilk saymaya başladığınızda, somurtkan, dertli, yaralı, karamsar, kötü kalpli gibi sıfatlar ardı ardına sıralanıverir. Somurtkansa dertlidir, dertliyse somurtkan, yaralıysa dertlidir ve somurtur, somurtuyorsa yaralı ve dertlidir, karamsarsa somurtkan ve dertlidir, yaralı ve karamsardır, bu hep böyle süregider… Allah, gene pisikolojinin cezasını versin, aklımı karıştırmayı bırakmayacak hiç!

İşte somurtkanlar gibi dertliler de taze gitmiş baharın etkisiyle kimi yaz sabahlarında hayata umutlu, huzurlu ve her şeyin farklı olacağı bir gün edasıyla başlarlar. Ve aslında onlar da hiç bilmezler şunu. Bahar, kısa sürede tüketip kullandığımız bir merhem gibidir, ondan kalanları yaz akşamlarına saklarız. Acılı günlere, cenaze törenlerine, ayrılıklara, yalnızlıklara ve ağladığımız anlara saklarız. Bu her insan için böyledir. Hatta tuhaftır, şu da her insan için aynıdır. Her defasında, güzel bir şey düşünmeyi denemeye hafızamızı zorladığımızda, gözlerimizin önüne ilk gelen görüntülerden biri hepimizde, taze bahar sabahlarına cıvıl cıvıl yürek kuşlarıyla uyandığımız, hızlıca hayata ve bizi dışarda bekleyen eşsiz bahar güneşine yetişmek için giyinmeye çabaladığımız, o mesut çocukluk günlerimiz olur…Allah pisikolojinin hayrını da versin! Bazen hep farklı topraklarda, aynı çiçekleri açıyor çünkü!

İşte belki de bu yüzden bahar, mesut çocukluktan, çocukluk günlerinden asla kopamaz. Hafızamız ayıramaz ikisini birbirinden. Her daim birini, bir diğerinin yanına yakıştırıverir. Edebiyatta da böyledir bu, tarihte de, yazgımızın bizi zor günlere, zor durumlara, çıkmazlara, uçurumlara ve Eylül’lere götürüp bıraktığı anlarda da… Bu hep böyledir!

Ben buraya nasıl geldim bilmiyorum aslında, aslında upuzun bir hikâyedir bu. Hem yolculuğumun ne zaman başladığının ben bile bilincinde değilim. Yolda bunu sorarak beni uyandıranlar da olmadı hiç, şimdi birileri soruyor diye de, bunu açıklamayı göze alamam ve nerde biteceğini de söyleyebilecek bir yerde, bir konumda da değilim şuan. Haritamı yitirdim belki de, belki de hiç hazırlıksız yola koyuvermişler beni. Haydi git! Denilerek, kendi halime bırakılmışımdır, ne bileyim! Anlatmanın uzun süreceğini de başında söylemişken size, niye bu kadar açıklama yapma gereği duyuyorum, onu da bilemiyorum şimdi! Başladım mı duramıyorum bazen, insanlar da zaten hep böyledir. Bir başlangıç, bir ipucu yakaladılar mı asla bırakmazlar, sonsuza dek götürmek isterler sohbetlerini, bir dersle yahut bir karbonatlı ana fikirle bitirene dek.

İnsan olmaya gittim, daha dönmedim, denedim ama! Neyse, geliyorum!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi