İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

İNSAN OLMAYA GİTTİM; PATLAMA, GELİYORUM! (5)

İNSAN OLMAYA GİTTİM; PATLAMA, GELİYORUM! (5)

Aldığınız her soluk, bir şükür de içermelidir, aslında, bana sorarsanız bunu gerektirir insan olmamız, bizler için... Şu an bu sedyede ‘’Ki’’, kullandığınız şu bedenin her hücresi, hastalıklı yahut yara bere içinde olsa bile, böyledir bence. Uçsuz bucaksız mucizesiyle, eğer bu bedeni, bir insan olarak, siz tasarlamış, yaratmış yahut üretmiş olsaydınız eğer, saatlerce onu seyretmekten, kendinize, o bedenin her miliminde ortaya koymuş olduğunuz eşsiz özelliklerini saymaktan, onu kendi haline bırakıp hareket ettirmekten, durdurmaktan, çevirmekten, kendinizi alamazdınız.

Bu da benim fikrimdir, belki siz böyle düşünmüyorsunuzdur ama ben tasarlamış olsaydım, emin olun öyle yapardım. Yazdığım bir kıtalık şiirde bile, ki bu fazla beğenmişsem eğer olur, anlamı üzerinde saatlerce düşünüp, ne geniş anlamlara geldiğini hayal etmeyi, alt üst mısralarını çevirip değiştirip okuyarak haz duymayı, ha bire denerim. Yazdığım yazıların usta bir kalemden mi yahut bir acemiden mi çıkmış olduğunu anlayabilmem için, defalarca paragraf paragraf seçer, kendime okurum.

Kendimi anlayabildiğimi anlayabilmek de güzel bir duygudur, belki sırf bu yüzden yapıyorumdur böyle şeyleri ama dediğim gibi, bu beden benim eserim olsaydı, her şey, hayatımdaki her şey, elbet daha farklı olurdu. Ben sadece, seyredicisiyim. Anlamlandırıcısıyım, belki de ortağıyım, komşusuyum, kiracısıyım… Taşıyıcısı değilim asla, çoklarının yanılıp, ‘’bu bedeni taşımak kolay mı sanıyorsun?’’ gibilerinden konuştuğu olur. Yanılıyorlar fark etmeden. Beden, Seni yahut Beni taşıyor. Bizler, bu bedeni taşımıyoruz. Çanta taşır gibi, Can da yahut Ruh da taşımıyoruz. Canlıyız evet, ama Can dediğimizin kendisi değiliz. Yani bir harekete, işleyişe, akışa sahibiz diye Can dediğimizin ta kendisi de değiliz. Ama zerre kadar bir parçası sayılabiliriz, çünkü aslından kopup ya da oluşturula gelen suretlerden öte neyizdir ki? Suretini üzerimizde taşımakla, nasıl ki o suret sahibinin bizzat kendisi sayılamayacağımıza göre, bir Ruh taşıyor olmamız bizi tamamen Ruh dediğimizin kendisi de yapmaz bizi. Cüz, tümden bir parçadır evet, evet o kokar, o parlar ama asla, tümün kendisi olamayacaktır! Bünyesi buna müsait değildir çünkü! Halk edilen, halk edenden, şu kadar uzak bir mesafededir: Bir isimden isim yapım ekinin yahut bir çekim ekinin, ana unsur olan ismin bizatihi kendisi ile kıyaslanması, akıl alır şey değildir! İsim varsa, vardır o ekler! İsim yoksa, yok! İsim için var edilmişlerdir, isimin gerekliliğinden. İsme gerektiklerinden. Parçadırlar, isim gövdesinden aldıkları nurlarla bir araya gelirler. Parçadırlar ama ismin tüm gerçekliğini, tüm niteliği ve niceliğini, tam olarak yansıtmazlar. Serçe kanadına yüklenmiş dünya misali, ağır özkimlik taşırlar. Parçadırlar, belki ismi hatırlatırlar. Ama ismin tam olarak ne olduğunu bize veremez, anlatamazlar! O kadar aykırı bir mesafe ve ölçüdedir, Cüz’den Küll’e varmak… Gazali ya da Arabî değil, bunu ben, sedyede ‘’Ki’’ söylüyorum!

Demem o ki, o cüzleri, ben tasarlasaydım, şu an bile bu bedenin her yerini şöyle-böyle izliyor, size anlatıyor ve övüyor olurdum:

Beynini üç zarla sardım, Duramater, Araknoid, Piamater… Tartsan giydiğin ayakkabı kadar ağırlığı gelmez. Yanına kalp dediğin yumruyu koysan da! Beş ayrı loblardan oluştuğuna, tuhaf göründüğüne bakma, öyle bir şekil verdim ki, her birinin kendi içinde neleri var, bir görün? Bir görün, ahh! Nöronları iyi ki icat etmişim, yapmışım, yoksa elektriği bu bünyede oluşturamazdım? Eklemlerin her biri ayrı bir ustalığım, ah bir bilseniz... Birinde ressamlığım konuşmuş, birinde maceraperest yapım, birinde sadeliği sonsuz zenginliğe bir dokunuşla çevirebilme kabiliyetim, birinde cömertliğim, birinde ustalığım! Şurada yazdığım tek bir harfi bile kolaylıkla okuyabilen şu gözlerine bir bak, rengine, hareketlerine, kapaklarına… Ne büyük ustaymışım! Hey Ki, dünyadaki her şeyi ağzı açık seyrettiğinden olsa gerek, bunları düşünmene sıra gelmiyor. Yahut mucizeleri seyretmekten, kendindeki saklı mucizeleri çözmeye zamanın kalmıyor. Ya da, o kadar gereksiz şeylerle ilgileniyorsun ki, bunlara sıra mı gelmiyor? Ama unutma, hâlâ sedyede… Hâlâ, ‘’Ki!’’

Yolculuk, olduğunca devam ediyor. Kıvranmaktasın. Şoför’ün gözleri üzerinde, yani senin yolunda! Ve sen hala sedyeden bağırıp duruyorsun:

‘’İnsan olmaya gittim; patlama, dur geliyorum!’’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi