İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

İNSAN OLMAYA GİTTİM; PATLAMA, GELİYORUM! (4)

İNSAN OLMAYA GİTTİM; PATLAMA, GELİYORUM! (4)

Aklınıza burada, belki şu sahne de gelebilir:

Hastabakıcısı yanından ayrılmış, ama sedyede kıvranarak yalnız yatan ‘’Ki’’ ye, arkası yarı açık küçük bir pencereden, bir yandan ambulansı kullanan, öte yandan ara ara dönüp ‘’Ki’’ ye: ‘’ Hadi ama! Yapabilirsin! Unutabilirsin! Sende, bu yolda tüm gidenler gibi, tüm gitmesine izin verdiklerim gibi, istemediğin çoğu şeyi unutarak, bir ‘’normal biri’’ olabilirsin! İyileşebilirsin! Bak dostum! Her şeyin sonu demek değil bu!’’ Diye diye, fısıldamaya devam eden, Şoför! Kestik, öteki sahneye hazırlanın!

Bu arada, bir şey daha var ki... Tüm şiirlerde, şarkılarda soğuktur, sessizdir, öylece ağır ve kahır halde durur duvarlar. Nedense hep öyle anlatırlar. Sıcak duvarlara rast gelmek edebiyatta, zor bir şeydir. Ender bulunur. Madem soğuk ve bizi daraltıyorsa o duvar, orada neden var? Ya da biz neden o duvarın önündeyiz? Ve o duvarlar kadar, filmlerde morgları da öyle anlatırlar. Yine morglar kadar duvarlar ve sedyeler de soğuktur. Cesetler de dolaplar kadar soğuk! Bu da ambulans ve çalışanlarına yansır belki de. Kırmızı, turuncu yahut beyaz renkli elbiseleriyle gözlerinizin önünde dururken sorar size çünkü:

‘’Ne kadar çok yaralı taşıdığımı biliyor musun? Fark etmedin değil mi? Kucağıma aldıklarımın aslında ne kadar çok çaresiz olduklarını?’’

‘’Fark etmedim!’’ deyip çekilirsiniz bir kenara. Çekersiniz kendinizi ölümden, hastalıklardan, yalnızlıklardan, çaresizliklerden uzak bir kenara. Ama siz böyle yapsanız da bir yandan devam eder, yolculuğunuz da… İşini her zaman aynı titizlikte yapan, o Şoför’ün yaptığı gibi, oluruna bırakırsınız her bir şeyi. Hastaneye daha da çabuk varmayı bekleyen, yolculuğun bitmesini kıvranışlarla düşleyen, sedyede ‘’Ki’’ gibi…

Yanınızdan ayrılan hemşire ya da hasta bakıcı, nereye gitmiştir, ne yapar, ne umar, neden kalmamıştır, neden dayanamamıştır, neyi arzular, nelerin peşindedir şu an? Düşünürsünüz. Kendi kıvranışlarınızdan çok, hep bunları düşünürsünüz. İzlerini düşünürsünüz o hastabakıcının, sizin için yaptıklarını, yapmadıklarını, yapamadıklarını, vaz geçtiklerini, size vaz geçmenizi söylediği şeyleri de, güldüğünü, başucunuzda size anlattıklarını, hiç anlatmadıklarını, hiç dillendirmediklerini, siz görmeseniz de, onun bir şekilde sizin için uygun gördüğü işleri, tavırları, planları düşünürsünüz. Bu yolculuk çok mu uzun sürdü? Bitmesi gerekiyor muydu? Böyle mi bitecekti? Onsuz mu bitecekti? Hani hep mezara kadardı? Hani ölüm ayırsa, ölüm sıyırsa bile idi!

Acılar içerisindeyken, ne kadar düşünebilirse bir insan, işte ancak o kadar, düşünebilirsiniz bunları. Yolculuğunuza devam ede dururken. Yolda gelip geçen hiçbir şeyi göremezsiniz. Ama fark ettiğiniz de olur. Misal, arabanın sarsıntısı, duruşu, kalkışı, ağır ağır gidişi, benzin kokusu, hızlanışı, sağa sola dönüşleri gibi… Tüm bunlar olurken siz hâlâ sedyede ‘’Ki’’, şoför ise Şoför’dür. Ve başkaca da kimse yoktur. Şoför’ün, sizin dışınızda olanı biteni, o yoldan gelip geçenleri görüyor olduğu, sizin için önemli değildir aslında.

O’nun gözüyle görmüyorsunuz çünkü. O şahittir tüm olana bitene ama size ne kazandırır bu, kıvranış anınızda? İleri de belki başka şeyler kazandıracaktır ama o esnada, sizin için tek kazanç, Şoför’ün arabayı siz ölmeden, arabaya da bir şey olmadan sağlamca, içinde siz olarak, hedefe götürebilmesidir, mesele. Yani hastaneye eriştirmesidir, hem sizi hem arabayı. Kurtarılmanız için gereken şart bu değil midir, o haldeyken?

Ben kendimi böyle düşledikçe, zarar ziyan ayrılıverir aklımdan. Bir kenarda eksilenler, bir kenarda gerek duyduklarım, öte bir yerde dilediklerim, yanında sahip olduklarım… Ötelerde, sahip olamadıklarım… Her şey kendiliğinden çekilip, yerine yerleşir.

Lüzumu olanlar kadar, bana lüzumsuz gelen pek çok şey de buradadır. Bu, harman yerinin çok kalabalık olmasından ileri gelir. Bilemezsiniz, tarladaki hasat bitmeden, neyin, ne kadar yenilecek derecede işe yarar olup olmadığını. Hasat bitince anlarsınız, elinize geçmiş olanları, ya da kaybetmiş olduklarınızı. Akla karayı o vakit görürsünüz, sapla samanın ayrılıp, ayrı köşelere konduğu zaman… Azla çoğun, varla yokun arasındaki kıl kadar farkı, işte o zaman!

(devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi