
İlhami İnceöz
NE DİYORDU FERDİ BABA: ‘’EYVAH, BALI TUZAK ATMIŞ!’’
NE DİYORDU FERDİ BABA:
‘’EYVAH, BALI TUZAK ATMIŞ!’’
Dünyanın o kadar göz alıcı, efsunlu, hayret verici süsü vardır ki, günlük hayatında onlardan en küçük biriyle dahi yüz yüze geldiğinde, insan kendini tuhaf duyguların gölgesinde buluyor. Oturup ölümü ‘’anlık’’ düşünmesi de bunlardan biridir. Anlık diyorum çünkü uzun vadede ölümü düşünen, gölgesini üstünden eksiltmeyen insanlara pek az rastlarız.
Yalan söyleyerek sabahtan akşama dek ‘’Ölüm var! Ölüm var!’’ Diye konuşan yalancılar, bu dediklerime dahil değildir. Çünkü gerçek hayatlarında iki ev, iki araba yanında huzur, konfor veya gönlü ne istiyorsa onun peşinde olan insanlardır bunlar. ‘’Geldik bari, sefasını süreyim!’’ demekle de aynı şey değil midir bu yaptıkları?
Öleceğiz zaten! Düşünsen de, düşünmesen de öleceğiz. Bari yalan söyleme. Ölüm var ama biriktiriyoruz yine de, deyip geç! Hepimiz döne dolana bu noktaya geliriz. Ama anlık düşünüp, dalgasını yahut mevzusunu yapıp birkaç dakika sonra ölümü unutmak, modern insanın günlük hayatında su içmekten bile daha sık yaptığı sahte hislerden, malayani işlerdendir.
Uzun vadeli, derin düşünenler ise çoğunlukla yaşlı yahut hasta olanlarımızdır. Gençler, çok duyup dinleseler de ölümü, sadece ibret için adı anılan, mitolojik bir yaratık gibi anlarlar, öyle görürler. Ne vakit ki burun buruna gelirler, o zaman ölüm onlar içinde, aramızda gezinen canlı bir varlığa dönüşüverir.
Gençlerin gözleri yine dünya süslerinden asla uzak kalamaz. Her şey ilgilerini cezbedicidir. Her şey onlar için yeni ve denenmek için sırasını bekleyendir. Öğrenmenin yolunda, deneyim uğruna pek çok şeyden, kendilerini alamazlar. Ölümcül hataları da belki bu yüzden, yetişkinlerden daha çok yaparlar.
Bizler için Ölüm, mezarlıklar gibi canlı hayata uzak, oradaki ölüler gibi süre giden hayata yakındır. Bu yakınlık, yanı başımızda öle yazan ya da ölüveren biri görüldüğünde, artık damarlarımızda taşıyormuşuz gibi ölüm duygusu benliğimizi aydınlatarak, sonrasında daimi olarak bizimledir. Ama bu da bizim için çok sürmez, unutur gideriz. Unuta unuta, biz insanoğlu için ne ibret kalır, ne alınan ufak bir ders.
Yine, Aşık Veysel’in akla getirdiği bu dünyayı kuran Mimar’ın ustalığı, ölüm üzerinden yürünürse, çok rahat anlaşılabilir. Ölüm, adı anıldığında, her şeyin rengini solduran, duraksız bir rüzgâr gibidir. Özellikle modern şehir hayatında artık etkisiz, gözden düşmüş sihirli ama eski bir lamba gibi görünüyor olsa da, yanı başınızda yanmadıkça aydınlığına, ibretliğine erişemiyorsunuz.
Biz ne kadar modernsek, oysa ölüm o kadar bize kâdim’dir. Modern insan, ölümle hep yüz yüze, burun buruna gelmedikçe, kaybediş duygusunun ne olduğunu içtenlikle kavrayamaz. Yüzleştikçe, düşündükçe de o duyguyu, o hazin sonu derinden hissederek asla kendisine yakıştıramaz. Başkalarına reva görür ama kendisi için vakti, hep erken sayar! Öteledikçe öteler. Gelmesin diyebilse, onu da yapacağına adım gibi eminim. Fakat karşılaştıkça ölümle, günlük ibretlerle hayatına şöyle bir bakıp, nerde durduğunu, nerede olduğunu birkaç dakikalığına da olsa anımsar. Ve dakikalar, saatler sonrasında, bir filme yahut bir eğlenceye dalmış çocuklar gibi, kendisi için yine ölümü öteler.
Ta ki başka bir ölüm anıyla, anısıyla yüz yüze gelene dek… İşte aslında o yüz yüze kaldığı an, dünyanın milyarlarca süsü, gözlerinin bir bakışında çöpe dönüp gider… Ölümü burnunun ucunda hisseden için tarifsiz bir ândır o… Ölümün ıssız gölgesinde, serin serin esen yalnızlık yelinde, son hız çarpan kalbinin ölüm koşusunda, dona dona terler…
Yine şu da var ki, bu dünyayı kuran Mimar’ın ustalığı yalnızca, halk edip bizlere sunduğu dünya ve onu süslemekte kullandığı güzellikler değildir. Ölümü, bunca süsün arasına, paketin tüm süsünü aynı anda açıp yere çalan mihenk taşı, yarattığı her mahlukun tamamına hükmeden bir kurdela gibi itina ile yerleştirmesindedir.
Neyse! Çok dertlendirdim ölümle, sizi… Biraz da Türk Musikisi’nden bir eser hatırlayarak, şu süslü dünyadan ibret dolu bir ân da, biz çalalım… Ne diyordu Ferdi Baba, Aşık Veysel’in ağzından alarak balı, kendi sesine sürdüğü haliyle, tatlı tatlı:
‘’ Bu dünyayı kuran Mimar/ ne hoş sağlam temel atmış/ İnsanlığa ibret için/ kısım kısım kul yaratmış…Kimi yaya, kimi atlı/ kimi uçar çift kanatlı/ dünya şirin, baldan tatlı/ Eyvah balı, tuza katmış!’’
Eyvah! Balı, tuzak atmış!
KELİME KERVANININ BAŞINDAKİ TAŞ
15 Eylül 2025 Pazartesi 22:30HAL BU HALDİR!
15 Eylül 2025 Pazartesi 12:16SENSİZ KALINCA!
15 Eylül 2025 Pazartesi 11:55YANMAYAN KEFEN: ‘’ŞEHİR YALNIZLIĞI’’
15 Eylül 2025 Pazartesi 10:00AKSARAYLI ÜNLÜ PORTRELER 17 / BAŞARILI BİR YAZAR- GİRİŞİMCİ EMRE DALKILIÇ
14 Eylül 2025 Pazar 01:44AKSARAYLI PORTRELER 13 / 4 BÜYÜK SAVAŞIN GAZİ’Sİ AKSARAYLI YARBAY HİKMET BEY
13 Eylül 2025 Cumartesi 13:17AKSARAYLI PORTRELER 12 / BÜKREŞ ATAŞEMİLİTERİ CELALETTİN MENGİLBÖRÜ (187?-1938)
13 Eylül 2025 Cumartesi 11:00ÜLKÜCÜ METİN ALPER, SUDAN ATAŞELİĞİNDEN, İSTANBUL ZABITA BAŞKANLIĞINA
12 Eylül 2025 Cuma 22:03Gertrude Bell'in Kişisel Trajedileri
11 Eylül 2025 Perşembe 11:56’'BOZUKLAR, BOZUKSUN!’’ DİYOR, ''BENCİLLER, BENCİLSİN! RİYAKARLAR, RİYAKARSIN!’’
10 Eylül 2025 Çarşamba 16:49




Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.