İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

YANMAYAN KEFEN: ‘’ŞEHİR YALNIZLIĞI’’

YANMAYAN KEFEN: ‘’ŞEHİR YALNIZLIĞI’’

Şehir yalnızlığı diye bir şey var mıdır bilmiyorum, literatürde. Fakat insanların yüzlerinde tarla otları gibi gürleşmiş, yeşermiş, sararmış, toplanmış ya da dağılmış, şehir yalnızlığı olduğunu okuyabiliyorum ben.

Girdiğim kalabalık çay bahçelerinde, yemek salonlarında, kafelerde, yüzlerini seyrettiğim insanların, ağzı habire laf yapsa, suratları memnun memnun poz kesse de, kalplerindeki yahut kalplerinin derinliklerindeki, o saklamaya çalıştıkları yalnızlıkları, zorlanmadan hissedebiliyorum. Oysa kalabalık masalarda oturuyorlar, hep birden ve çoğul gülüyor, kahkaha atıyor, eğleniyorlar… bir telefonla toplanıp, bir telefonla dağılabilmeyi başaran bu masa ehli, yalnızlığını eğlenceli vakitlerde kurban etmeyi umuyor. Anlık keyiflenmelerle en azından günü ya da geceyi mutlu geçirme arzusunun garantisini almaya çabalıyorlar. ‘’Bir günün beyliği, beylik’’ derdi kudema… Devir, ‘’bir ânın verdiği hâz’’ başka ânlarda yoksa, kaçırma! Diyor.

Oturduğu mekanda, tanımadığı onca insan içerisinde doğum günü şarkısı söyleyerek, pasta kesme, sevdiği kıza evlilik teklif edebilme, bir şeyleri kutlama şapşallıkları gibi saçma salak işleri bu yüzdendir insanoğlunun. Kendine has olan anları dahi, başkalarına pazarlayıp, ondan nemalanmak telaşı diyorum ben buna. Sebep, takdir edilebilme yahut gösteriş arzusundan kendini tatmin etme uğraşıdır bu. Pozlara duracak, paylaşacak, ben de yaptım, başardım diyecek de diyecek…

Ama asıl sebep, içlerinde, hayatlarında yüzlerce insan gövdesi arasında, yalnızlıklarına bir günlük, bir anlık dahi olsa, kamuflaj giydirebilme güdüsüdür. Çünkü yalnızlıkları çöl gibidir, yalnızlıklarının üstü gündelik yaşam süsleriyle örtülemezse, ellerindeki her şey kuraklığa bir çırpıda yem olur. Servetleri tat vermez, sağlıkları onlara yetmez, meşguliyetleri kendilerine ‘’sıkıcı’’dan öte, birer pranga gibi gelirler.

Yalnızlıklarını örtebilmek için, idol gördükleri dostları, ünlüleri, bir kez iletişimde bulundukları veya selam verdikleri birleştirici yapıdaki insanları, doğayı veya ağzı yok hayvanları dahi kullanırlar. Yalnızlık, devamlı dürter çünkü kendilerini. Yalnızlık, yapaylık ile sahtelikten doğan canlı hislerle kendilerini oyalayacak uğraşlar aratır sahiplerine. Onlar da gündelik hayatın rüzgârında kendilerine anlık keyiflenmeler yaratmaya, aramaya, bulduğu anda da yaşamaya koyulurlar. Böyle böyle bir günün yahut gecenin yalnızlık buhranını kamuflajıyla beraber örterek, uykuya dalarlar.

Yüzlerindeki ölü bakış, hevessiz, isteksiz yaşıyorum pozları, artık şehir insanının sadece tenini bürümemiş, karakteri de olmuştur. ‘’Mecburi soluk alıyorum!’’ edası taşır, yüzlerindeki yaşama izleri.

Yine böylelerinin gözleri, anlamsız veya boş boş bakışlarla dolu değil, bir sırtlanın, etrafındaki koşuşturmalardan, kendisine ne pay çıkacak bakışıdır. Bol kahkaha atılan, bol gelip gidenin olduğu bir masaya yanaşmaya can atarlar. Şaşırırlar, o masadaki canlılığa. Halbuki o masalar da kendi masaları gibi ölüdeniz masasıdır. Yalnızlık çölüdür, fakat yine bir anlık olarak, daha iyi kamufle edilmektedir.

Aslında modern insanın çoğullaşan derdi yalnızca yalnızlık değil, insanın insana ettiği, tüm huyların mağlubiyetleridir. İyinin yenildiği, kötünün galip geldiği, tüm erdeme dayanan huylar da aynı problemler baş gösterir, yalnız insanların bünyesi için.

Güven sorunu, iletişim sorunu, anlayış sorunu, saygı-tahammül sorunu gibi birçok uçurum vardır, günümüz şehir insanlarını yaralayan. Ve gündelik hayatta en çok da bunlarla yüz yüze gelir. Çay bahçesinde bir garsonla dahi iletişim sorunu veya güven sorunu aralarında peyda olabilir. Çünkü hayatları artık kırılgan yahut tahammüle imkân vermeyen bir bencilliğe de gebedir. Her an yönü değişen rüzgârla yön değiştiren yelkenli bir gemi gibi, prensipleri yahut hayat ilkeleri menfaatine göre, bir çırpıda yok sayılabilir ya da yön değiştirebilir. Örneğin, her fırsatta insanları yaratandan ötürü sevdiğini söyleyip, öyle sevgi dolu bir yaşam pozunda görünürken, birisi bilmeden ayağına bastığında ilk çıngar çıkaran, gereksiz yaygara koparan ‘’menfaaten hümanist’’ olan bir kimseyi düşünün. Ayağına basıldığında, karşısındakinin bir insan olduğunu, hata yapabileceğini, eylemin istemeden olduğunu unutup, olayı büyütmek için kopardığı fırtına, onu özüne ters düşmekle karşı karşıya bırakır. Ve sonrasında çıkardığı çıngarla özünden de, ilkelerinden de kopar. Sahte hayatın, sahte köprüleri, yapay düsturları olsa ne yazar? Bir anda ortaya koyduğu ‘’güyâ karakter’’ yerle bir olur. Böylelerini günümüzde çok sık görürsünüz.

Gelgelelim, yalnızlık iletişim sorunlarını çoğalttığı gibi bir o kadar da kabuğuna hapsolmayı da büyülttükçe büyütür. Kendi kabuğunu kıramayan yalnızlar, yardım alsa dahi, gördüğü bu çabalar, kalabalık masalara biblo gibi kondurulmaktan öte bir yere varamaz.

Anne-baba ve bir çocuktan oluşan çekirdek yalnızlık kabileleriyle doludur şehir hayatı. Bir apartman dairesine tıkılmış, mecburi iş hayatına zincirlenmiş, her günü aynı düzende gidip gelmelerle dolu, bir yaşayışa mahkûmdurlar. Aile fertleri uzak yahut aralarındaki ilişki soğuk veya bozuğa yakın ise, apartman ailesi yalnızlığı, yönünü etrafındaki dost yüzlü insanlara çevirir. Onlarla aile fertlerinin yokluğu doldurulmaya çabalanır. Onların gündelik yaşantıya dahil edilmeleri, anlık keyiflenmelerle yine yalnızlığa bir örtü serilip, anlık da olsa unutulması, kapatılması ya da mevcut boşluğun doldurulması umulur.

Anın bitimi ile hazzın doyuma ulaşması sonrasında yine aynı gündelik yaşama dönülür. Ardından, hafta sonu veya yakalanan ilk fırsatta, yine bir yalnızlık artısı dostla, başka bir keyiflenme ile gün geçirilir. Bu böyle sürer gider. Kopukluklar, soğukluklar, kırgınlıklar yahut haz alınamaması, keyfi uyuşamamak gibi sorunlar baş gösterinceye kadar bu usul, tekrar tekrar, hep denenir.

Tecrübe bize gösterir ki, bu durum da çok fazla sürmez. Çünkü saygı-tahammülü veya güveni kaybetmiş yalnız insan, hiçbir şekilde dostluğu uzun vadede tutamaz. Yahut asla sorunsuz devam ettiremez. Sadece günlük hazlarla geçinir ve ona da sadece ihtiyaç duyduğu anda muhtaç olduğunu sanır. Misal, içini sıkılıyor hissettiğinde çevresindeki insanlara sarılır, yakınlaşır fakat kendini az buçuk umutlu yahut kalabalık hissettiğinde etrafında kim varsa onlardan kendisini bencilliğe, yalnızlığa, kuytuya çekerek, uzak durur. Kendinden başkasına tahammül edemez.

Yine çok konuşan tecrübe der ki, bu da birey için çok yanıltıcı bir olgudur. Hiçbir şeyin çaresi değildir. Bir anafor gibi, aynı hatalar, aynı yalnızlıklar, aynı sancılar içerisinde kıvranmaya devam ede gelir. Yol bitmez, yolcu dinlenmez. Sefer de, zaten sürekli macera doludur. Aynı ânları yaşamaya, çözümsüzlüğü anlık çözdüm sanmaya, devri daim eder. Kürkçü dükkanı deyişinde olduğu gibi, dünya bir bozkır, insan da gezen, dolanan tilkilerden ibarettir. Tilkinin de, döne dolana kürküyle, yalnızlığıyla varacağı en son nokta, imâl edildiğine iman ettiği maddeye, toprağadır! Kefen olarak da, eski püskü geçmişten kalma bir yalnızlık değil, artık modern bir şehir yalnızlığını gövdesine sarınarak yanında götürür!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi