İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

EŞGİMİZ HAZAN BİLMEZ BAHAR OLSUN!

EŞGİMİZ HAZAN BİLMEZ BAHAR OLSUN!

‘’Dara zülfün sar her yana

Gözleri benzer ceyrana

Bahdım kaldım yana yana…’’

Bir Azerbaycan Türküsü’nden…

Su yürürse, yolunu kendi çizer, kayalardan, taşlardan, kumların arasından. Yılların, ayların, günlerin arasından… Ağaçların, dalların, gazellerin arasından… Saatlerin, dakikaların, saniyelerin arasından…

Gölge yürürse, yolunu bahtını güneş belirler. Kayalardan, taşlardan, kumların üzerinden… Yılların, ayların, günlerin üzerinden… Ağaçların, dalların, gazellerin üzerinden… Saatlerin, dakikaların, saniyelerin üzerinden…

Su gibi adımlarla yürüdü, dolandı İstanbul’u. Peşinde ben, bir gölge gibi. Geçtiği her konakta O’nun izlerini topladım. Örttüm, O’na duyduğum saygıyla. Diri kalsın istedim, eskimesin, anımsatsın O’nu, her yeni gelen güne. İstanbul’a, bana ve dönerse bir gün, yeniden, O’na.

Su gibi dökülüyordu sesi, sokaklarına, İstanbul’un. Bin yıllık dost gibi, hiç yabancılık çekmedi, ikisi birbirini seyrederken. Ben değil, İstanbul’la O…Vitrin yüzleriyle seyrede seyrede, doydu İstanbul, O’na. Ben, doyamadım ama. O da, İstanbul’a doydu, az da olsa! Ben O’na, doyamadım…

Bir gölge gibi bekliyor, bir gölge gibi O’nu düşünüyorum, belki de eriyorum, bir yalnız gölge gibi. Sızlanarak, özleyerek, çağırarak: ‘’Eşgimiz hazan bilmez bahar olsun... O gara gözüne heyranam men! O şirin sözüne gurbanam men!’’

Su gibi doluyordu, sarıyordu gülüşü, akıyordu ruhuma. O yanımda durdukça, Kalbimin bahçelerinde, bir İstanbul kurdum ki, her bir hücresi Onunla dolu. Bir deniz koydum ki içime, O’nun kıyılarımdaki varlığıyla mesut, Üsküdâr’ın parlak caddeleriyle doldurdum ki, kaldırımları O’nun ayaklarıyla şen, başımız üstüne bir gökyüzü boyadım ki, O’nu gökkuşağım gibi bir uçtan öbür uca resmettim. Tutunarak gülüşüne, gülümseyişlerine… Su gibi çarpıp duruyorum, her sabah, yüzümü, gözlerimi, O’nun resimlerine… O’nun resimlerine…

Su yürürse, yolunu kendi çizer. Gölge yürürse, bahtı güneşten! Su yürüdükçe, Gölge yandı, içindeki ateşten! Yüzündeki gülümseyişten… Ağzındaki tatlı sözden, dilden, ak dişten… Dilindeki ‘’gel!’’ edişten… Ben, gölge gibi esirim O’nun varlığına, O bana, su kadar hür. Ben ne vakit daralsam, gam alsam O’nu düşünmekten; incecik sesiyle, hüznüme bir türkü gibi yürür, çok uzaklarda çocuklarına annelik yapan, bir genç kadın:

‘’Dara zülfün sar her yana, gözleri benzer ceyrana, bahdım kaldım yana yana… Dara zülfün sar her yana… Gözleri… İstanbul! Gözleri… Benzer İstanbul’a …’’

Yürüdü O, bütün akşam boyunca… İstanbul, tüm ışıklarını yakıyordu bu kutlu misafiri için, O yürürken. Kuleler, kubbeler, konaklar, çeşmeler, parklar, avlular, sokaklar… Bir bir… Ben, yanı başında, O’nun süzgün gölgesi… Oysa martılar, köpekler, kediler, bilir:

‘’Akşam akşam, bir Gökkuşağı da böylesi, seyredilmez ki?’’

Olsun! Yine de, ne çok mutluydum, O, beni yanında, gittiği her yere sürüklerken… Yüzündeki, hazan bilmez o baharı seyrederken…

Şimdi, soruyor Cankurtaran’da bir martı: ‘’Onsuz rengi mi var İstanbul’un?’’

Deniz aynı deniz, gök aynı gök, kıyı aynı kıyı, yol aynı yol, sokak aynı sokak… Sol yanımda bir uçurum, sağ yanımda uçsuz bucaksız, kimsesiz bir bozkırı saymazsak?

Su yürürse… Ardı sıra bütün geçmişi yıkayıp silerek, temizleyerek, paklayarak yürür. Arıtır, kirden, zehirden. Gölge yürürse, aklında ne varsa bir bir üstünü örterek, kapatarak, karanlığa gömerek yürür… Arınmıştır, Su’ya Gölge olmakla, kirden, zehirden… Bilinsin bu da! Haykırdığım duyulsun O’na:

‘’Su gibi gel, okyanus gibi kal, ardın sıra gölgen olayım, sonsuzluğum ol!

Gölgen gibi olayım, dizin dibinde kalayım, baharına sarınayım, ölümsüzlüğüm ol!’’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi