İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

SEYYÂR’E

SEYYÂR’E

Anlatmaya kalksan, bir çırpıda, ha deyince anlatılmaz. Tamı tamına bu hikâyenin nerde başladığını, nasıl olup bittiğini aslında ben bilmem, Seyyar Hacı’nın oğlu kara gözlü, kalın kaşlı Osman da, hiç bilmez. Günler, öyle akıp giderken ola gelmişti, şu anlatılacaklar…

&&&&&

Her şey günden güne değişse de… Kimseler, eksilen şeyleri fark etmiyordu bu şehirde. Günün nasıl eridiğini kuşlar bile bir çırpıda bilirken, insanların bir tutam olsun, farkına varamaması gibiydi bu. Şehrin ağaçlarını soyan sonbaharın ellerinin geldiğini fark eden insanlar, kendi hayatlarının sonbaharına hep duyarsız kalıyordu, belki de bu yüzden.

Yollar her sonbaharda yeniden açılıyor, düzleniyor, asfaltlar atılıyor, kaldırımlar yapılıyor, yeni parklar kuruluyor, yeni inşaatlar başlıyor, yeni yeni siteler sayesinde yeni yeni izbe mahalleler kuruluyordu. Kimseler farkında olmasa da şehir genişliyor, nüfus artıyor, sokaklar, çarşılar, pazarlar, okullar, camiler, düğünler, eğlenceler taze insan yüzleriyle hızla doluyordu.

Şehre sonbaharın gelişiyle şehirdekilerin ağzına düşmeye başlayan inci sözler ise hep şunlara benziyordu:

‘’Ne çeşmelerde eski suyun tadı var, ne de bahçede, dalda yetişen meyvelerin, sebzelerin, eski cennet vâri tadı! Bir karpuz olurdu, aha şuncacık! Bir domates olurdu, insan onunla bile doyardı! Salatalık taze gelirdi tarladan! Marketleriniz batsın! Bizim zamanımızdaki hayat böyle miydi? İnsanlar, dükkanlarda dahi birbirini selamlamadan geçer miydi? Düğünde, cenazede bile kimsenin kimseden haberi olmuyor, ne günlere kaldık? Kimse kimseyi tanımaz oldu, hayret! Öyle ya, eskiden bayramlarımız, düğünlerimiz, cenazelerimiz dolu dolu olurdu! Beraber olurdu, ne yaparsak, acı da beraber, mutluluk da beraber, hatta bir pikniğe bile beraber gidilirdi yahu!

Şimdi, varsa yoksa konserleriniz, festivalleriniz! Giyinip, süslenip, jöleyi, ruju süren sokağa fırlıyor! Yemek, içmek, gezmekten öte bir düşündüğü yok yeni neslin! Çivisi mi kaldı bu dünyanın, aman be sizde? Kazıklarına kadar sökülmüş şu köhne dünyaya bak!’’

Eski topraklar, işte böyle diye dursunlar, yıllar ile hayırsız zaman, yan yana akıp gidiyordu işte, bir şekilde. Tepeler karla doluyor eriyordu, toprak çimenleniveriyor kuruyor, kuruyor sonra yine çimenleniveriyor, ağaçlar soyunuyor giyiniyordu. Yine kediler, kuşlar, kurtlar, kuzular doğuyor, karıncalar, arılar bir gelip bir gidiyor sürüyle… Seller akıyor, çığlar düşüyor, heyelanlar oluyor, evler göçüyor, apartmanlar yanıyor ve deprem arada bir sallıyor, birkaç mahalle ya da sokaklardaki enkazla, şöyle bir uyarıp geçiyordu, sonbaharın manitası, ayazla adı çıkmış bu şehri.

Köylerde kuduzdan, difteriden, zatürreden, kanallarda, sazlıklarda boğulmaktan çocuklar, kanserden, veremden, barajlarda boğulmaktan da yetişkinler ölüyor, öyle böyle küçücük mezarlıklar dahi doluyordu. Üstelik ülkenin her yanında ki trafik kazalarında, kömür madenlerinde, balıkçı teknelerinde, dağlardaki çatışmalarda, Şehit haberleri eksik olmuyordu. Her hafta, bazen her gün, her akşam arka arkaya Şehit haberleri de geliyordu. Yıllar gibi, insanlar da aslında kendi kendini tüketip gidiyordu.

Seçimler gelip geçiyor, başbakanlar değişiyor, enflasyon, işsizlik artıyor, evsizlik, okulsuzluk, hastanesizlik çoğalıyor, hayat altın kıymetinde pahaya biniyordu.

İşte tüm bunlar olurken bu şehirde, kalın kaşlı Osman da, büyüye büyüye yaşlanıyordu.

Daha dündü oysa on altısında bir iştahla cigaraya başlıyor, ilk içkisini de kadın uğruna yudumluyor on yedisinde, ilk kadına değişinde ise yirmisine ayak basıyordu ya, sonra bir bakmışsın, bugün varı varmış hızlıdan, otuz birinci yaşına.

Nerde devam ediyor bu yaşantı, nerde edecek, ben bilmem ama kirli sakallı, kalın kaşlı, başı Amerikan filmlerindeki kasaba adamları gibi beyaz şapkalı, iri gövdesi kot montlu, eğri bacakları kot pantolonlu, siyah iskarpinli Osman ve Osman’ın kolundaki babadan kalma yorgun, yaşlı saat hiç bilmez bunu ey okur!

Bildiğimiz bir şey varsa, bize çok yakın bir zaman önceydi, işte dinlediğiniz, tüm bu olanlar…

(Devam edecek öykü...)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi