İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

SEYYÂR’E 2

SEYYÂR’E

Daha, bir ay olmamıştı. Ya da en fazla kırk gün. (Osman, kıymet vermediği şeyleri saymaktan nefret eder, ey okur! Parayı saymaz, attığı adımları saymaz, mahalledeki köpekleri saymaz, paketindeki cigaraları saymaz, kendisine edilen küfürleri saymaz! Hele hercaî günleri hiç saymaz!)

Takıldı durdu ama işte, tâ o günden beri aklına bizim Osman’ın…

Selim, o akşam, kahvede batak atarken, öyle birden bire, patadan demişti ki;

‘’Niye bırakıp gitmiyon oğlum sen, buraları? Ne var burda tutan, seni anlamıyom hiç? Kimin kimsen yok. Ben gibi misin, tarla sapan, eş dost akraban… Arkanda başıboş kalacak? Karı, çoluk çocuk mu var da ardından ağlayacak? Yerinde oluyum, ey Seyyar Hacı’nın Osman, eğer senin yerinde olsam! diyorum, inan, bir an olsun durmam. Burda aş yok, para yok! Hem cıncık boncuk dolu, o kırmızı teyyâren de İstanbul’u görmüş olur. Fena mı len?‘’

Elinde terleyen kâğıtların yerlerini de şöyle bir düzeltip sonra devam etti, yine Selim:

‘’Daha ne olacağı mı var Osman? Kira da bir dam! Tek sermayen, o teyyâren. Bu hal ondurmaz da, öldürmez de, ama ne biliyon belki çürütecek seni buralarda. Hacer desen çulsuz, sen desen çulsuz. Öte yandan. Vermezler de hem onu sana, böyle çulsuz gidersen… Gerçi, onun için de önce istemen gerekecek amma. Kaç yıl oldu sahi len?

Kurbağa yavrusu gibi göz açımı büyüdü kız, sen büyüdün, hala söğütte yuvalanmış manda yavrusu gibi seyrediyonuz birbirinizi camdan cama, tıkınız yok, hah hah haa! Lan, bari arada bir evine gitsen ya, misafirliğe! Yavuklun olduğunu unutmasın kız!’’

Bastılar kahkahayı…

Karo surat, sinek surat, maça surat, Osman’ın karşısında, hem de üçü birden, bastı kahkahayı. Bir yandan da, kireçli sudan demlenmiş, Köp Nuri’nin köpüklü çayını hüpletirlerken… Osman’ı kızdırabilmek için.

‘’Git başımdan Selim!’’ dedi Osman. ‘’Benim düzenim iyi burda, napcam len İstanbul’da? Bana göre değil oralar! Benim etim ne, budum ne?’’ sonra sustu, eğdi masadaki kâğıtlara yoksul gözlerini, dondu kaldı.

‘’Koz at len bir tane!’’

Dedi bu sırada, altında, koz çeken Kıypık Halil.

‘’Ne bakan yerdekilere? Koz var ya len elinde, görüyoz tâ burdan işte! At dörtlüyü! Hayat, uyuyanı ayakta götürür len Osman, uyudun gene! Ayakta rüya görüyon heralde! Kozu, illa tüfenkle mi isteyelim? De hadi!’’

Yere attığı kâğıdı aldı, değiştirdi Osman. Aldı sinek ikiliyi, attı maça dörtlüyü, küfreder gibi. Karo suratına, baka baka Halil’in. Sanki ona soruyordu hesabını, fark etmeden yere yanlış attığı kâğıdın.

Ne zaman bu yüze baksa Osman, kırlara erik çalmaya, kiraz çalmaya gidip, bir keresinde yakalandıklarında, kendini kurtarmak için anında kayparan, Osman’ı satan, toy Halil’i görüyordu.

O gün nasıl da istemişti, yerdeki taşın birini, suratına koyduğu gibi Halil’in… Gösterecekti, arkadaş satmanın bedelini. Ama bahçe sahibinden yedikleri dayaktan, bu düşündüğüne sıra gelmemişti ki. Yaptığı yanına kalırdı hep Halil’in, o gün de orda kaldı, geçti unutuldu gitti sonra.

(Devam edecek...)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi