İlhami İnceöz

İlhami İnceöz

YOLDA YARALANMAK 3

YOLDA YARALANMAK 3

Aykırı otlar gibiyiz, çörekleniriz bulduğumuz tepelerde. Kimi kibrin, kimi yalnızlığın, kimi mutluluk sandığı şeyin, kimileri iyiliğin, kimileri, güzelliğin, kimileri, kötülüğün ve çirkinliğin, kimileri de yoksunlukların tepelerinde çöreklenmiştir. Yalan tepelerinde daima, palyaço suratlı siyasileri görürsünüz ki bunlar en doğru şeyleri bile yalan ile anlatmak zorundadırlar, meslekleri gereği. Riya tepelerinde yaşamın ilk noktasını umursamayacak kadar şükranla dolu menfaatperestler vardır. Onlar için sadece kazanımları söz konusudur. Ötesini niye umursayacaklar ki. En fazla bir insanı yahut eşyayı ne kadar sık kullandığına göre, ona biçilmiş kıymeti vermek zorunda oldukları meselesi vardır ki, akıllarını zaten dünya yüküyle epeyce yoran bir şeydir bu.

Günah tepelerinde en günahsız bildiklerimiz çöreklenir genelde. Yüzüne ve kalbine baktığınızda bir küçük günaha dahi yakıştıramadığınız insanlar, o tepeye öyle kurulmuşlardır ki, yanlarında ayrıkotları yurtsuz kalır. Bu arada ayrık otu hikayesinin dilimden çıkma bir anlatımı da şudur:

Rüzgârda sürüklenen ayrık otu, bir tepeciğe gelir. Bakar ki çiçek böcek, yerli yerinde, güneş, su, hava dilediğince... İmrenir etrafındaki börtü böceğe. Ve şöyle der: Bana da, vatan dediğiniz şuradan bir art koyacak kadar yer verseniz de, bahtiyar şekilde hayatıma, yanınızda devam etsem. Börtü böcek, cümle çiçek, ot, düşünür uzlaşırlar. Bakarlar yurtsuzluğuna ayrıkotunun, acıyıp, peki derler. Sen de geç kurul bir köşeye! Ayrıkotu kurulur kurulmasına ama haftasına kalmaz, her yan, her yöre ayrıkotu sülalesiyle dolmuştur. Öyle ki, börtü böcek, cümle ot çiçek, birer birer solar yahut göç eder, ayrıkotuna yakın yaşayamamaktan… Çok sürmemiştir. En tepede, meydan yalnızca ona kalmıştır.

Neyse! Tepelere söz geçirmek, olgun insan için zor iştir. Kurulduğu tepeleri de yenmek, gemlemek daha da zordur. İnsanlar bunu her zaman başaramıyor. Hele hele de, gençliklerinde çoğunlukla hiç. İlk başlama noktaları ile son nokta arasında her daim büyük uçurumlar oluyor. Yaşantınızı bir şehir gibi düşünürseniz, onu nereye kuracağınız ile nasıl bir yer olması gerektiği size kalmışsa, bunu yapma şeklini illa ki uçurumlara düşmeden bulamıyorsunuz. Bu nasıl bir ömürmüş ki, ben anlamadım. Bir giysi gibi üzerimize giydirilmiş ömür, bizim elimizde olmayan şeylerle dolu. Elimizde olanlar ise, diğer eksikliklerimizi kapatmıyor bile. Sadece oyalanıp duruyoruz, süre tamamlansın diye. Yaralanmadan, yaralamadan gün geçmiyor…

Aramakla, ha bire aranmakla, bulmakla yahut kaybedip yitirmekle geçen günlerimizin topluluğuna ömür diyorsak, inanın kendimi normal bir insan olarak göremiyorum. Velhasıl, insan olgunlaşmayı da istemiyor desem yeridir. Ama mecburuz. Yaşlanmak, yani yaş almak bir bakıma olgunlaşmanın yerine geçer. Çünkü zihnen olgunlaşmamışsanız bile, fikren çoğu şeyde olgunluğa ermişsinizdir. Buna, ateşe el uzatmamak gibi en basit düşüncelerden tutun da, insanların tilki burunlu olanlarına çok fazla güvenmemek gibi, canı yanmış bir hayvana yaklaşmamaktan tutun da, can yakacak bir görünüşe sahip insanlara yaklaşmamak gibi, tedbiri örnekler de verilebilir.

Olgunlaşma deyip dururken içimden geçen şunları da söylemeden edemeyeceğim. Nihayetinde ete dişe dokunur bir şey olmasa da.

Tuhaftır, insanoğlu çoğu gereksiz şeye verdiği kutsaliyeti, fikren çoğu düşünceye vermeyebilir de. Ama olgunlaştığında bunu da yapar, becerir. Kendi kendine… Gençken bir hayvanın karnını bir avuç yemekle doldurmak kutsal bir iş yerine, umursanmayacak kadar küçük bir iyilik gibi görünebilir. Ama olgunlaştığında onun için, sevmediği bir hayvanı bile doyurabilmenin yahut doyurmuş olmanın verdiği huzuru verebilecek bir kutsaliyet, az bulunur bir şey olarak görülebilir. Bu neden böyle hissedilir? Çünkü gücün elinizde olduğunu hissetmektesiniz. O hayvanın karnının, sizin elinizden geçen o yemeklerle doyduğunu bilmek, sizi de o hayvanı da, o anlık mutlu yahut huzurlu ediyor. Size bu sevabı bağışlayana şükretmek de olgunlaşmanın bir sonraki adımlarındandır.

Kimine göre sadece önünüze çıkan o hayvanı doyurmak değil, içinizde saklı hayvanları doyurma meselesi de, olgunlaşma merdivenlerini bir bir çıkmanızı sağlayan basamaklardır. İnsan bünyesindeki, doyurduğunuz her hayvan sizi, bir yükten kurtardığı gibi, ileriki hayatınızın güzelleşmesine büyükçe bir katkı sağlamaktadır. Her neyse, olgunlaşmaktan ziyade asıl sorunumuz şudur ki, yolun başladığı o ilk nokta, neresidir?

Buna veremediğim cevaplar yüzünden bulamadığım cevaplar olduğu gibi, karıştıramadığım karışık çekmeceler gibi konular da mevcut. Bu sorunun cevabını alsam belki her şey, benim gözümde daha farklı bir anlama kavuşacak. Değer yitirenler olduğu gibi değer kazanan şeyler de olacak belki. Hani, ‘’Geleceğe Dönüş’’ filmindeki Doktor Emmett Brown’ın Delorean ile ansızın gelip, McFly’ı ve sevgilisini alarak, kendi çocuklarını kurtarmaları için, onları geleceğe götürmeye kalkışması gibi bir durumdur bu. İşte aradığım bu sorunun cevabı, hayatımda böyle bir geliş, buluş ve çözülüş büyüsü kaplıyor. Ve ben henüz, kendi kendimin kim olduğunu bile tam öğrenemedim belki.

Yolun başladığı ilk nokta, neresidir? Yürümeye nerden başlarsınız, oturduğunuz evdeki o koltukta yürüme işini düşünmekten mi, yoksa o koltukta doğrulup yürümek için attığınız ilk o adımdan mı başladığınızı var sayarsınız? Ya da evin kapısını açıp kapı eşiğini geçen o ilk adımınızla mı? Yahut kendi sokağınızdan yahut mahallenizden ötesine attığınız ilk adımla mı, daha da ötesi şehrinizin dışına, anavatanınızın dışına, bulunduğunuz ana kıtanın dışına yahut da aya ulaştığı varsayılan insanoğlu gibi dünyanın da dışına attığınız ilk adımla mı başlar, yürümek? Tamı tamına, neredeyse kırk yıldır yürüyenlerdenim, fakat hala ilk noktamın peşindeyim…

Dolayısıyla problem arar gibi kendime bir yol ucu arıyorum. Benim kanımca, yol, yol fikri bir zihne alındığı andan itibaren başlıyor. Adım atsanız da bir, atmasanız da. Bu andan itibaren, siz artık o yolda, çoktan gitmektesinizdir. Eninde sonunda o yola ayaklarınızla yahut bedeninizle dahil olacaksınız. Sadece fırsatı, anı, imkânını beklemektesinizdir.

Peki ilk o nokta dediğimiz, aradığımız o sihirli yahut kutsal, o erişilmez nokta, neresidir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlhami İnceöz Arşivi